Merhaba^^ Biliyorum uzun zamandır bekliyorsunuz ve açıklama yapmıştım, bilgisayarım bozuk. Buna inanmayanlar olmuş. Neden böyle bir konuda yalan söylenir bilmiyorum, hiçbir işim yok bomboş oturuyorum ve hikaye yazmak benim dünyada en zevk alarak yaptığım şey. Ben bunu yapmamak için neden yalan söyleyeyim :') Şöyle bir durum oldu, bilgisayarımı yapılması uzun sürmesin diye servise değil bir bilgisayarcıya vererek dünyanın en büyük hatasını yaptım. Adam bilgisayarımı aldıktan sonraki gün tatile gitmiş :') Ve 10 gündür ortada yok, bu sanırım dünyada bir tek benim başıma gelir. Her gün gidip bakıyoruz ve hala gelmemiş. Bir şekilde daha fazla bekletmemek için bir bilgisayar buldum, laptopımda bu bölümü yazmış olmama ve kayıtlı olmasına rağmen oturdum yeniden yazdım. Umuyorum ki bilgisayarım da 1-2 gün içinde gelmiş olur, şimdilik size çok tatlı bir bölüm getirdiğimi düşünüyorum. Yorumlarınızı heyecanla bekliyorum, görüşmek üzere <3
Multimedia'daki müzikle dinlerseniz çok güzel olur^^
---
Karantina
45.Bölüm : O Evi Yıktık.
*Yıldızları her izlediğimde yanımda olur musun?''
Saniyelerdir, dakikalardır, saatlerdir buradayız. Altımızda yer, üstümüzde gök, yanımızda birbirimiz. Daha güzeli olamayacağına kanaat getirdiğim saatlerindeyiz günün, güneş doğmakla doğmamak arasında sıkışmış kalmış, aynı hayatım gibi. Size hayatımı doğup doğmayacağına karar veremeyen bir güneşten daha iyi özetleyemezdim. Bir şeyler iyi olabilir, ama olmuyor. Bir şeyler hep iyi olmak üzere, ama iyi olmak üzereden öteye geçemiyor. Oysa şimdi huzurluyum, yanımda o var. Biliyor musunuz, huzur taşınabilir bir hismiş. Yanımda o olduğunda huzurluyum, o yokken değil. O benim taşınabilir huzurum. Buna ister arkadaşlık deyin, ister aşk, ister bağlılık. Bu apayrı bir şey. Ben onun yanında beş yaşında kaybettiği oğluna kavuşmuş bir anne gibiyim. Annesi yeniden dünyaya gelse nasıl yanından ayırmak istemez oğlunu, işte tam olarak öyleyim. Onur'u yanımdan ayırmak istemiyorum ve ayırmayacağım.
Hava öylesine serin ki tir tir titriyorum, oysa donarak ölmeyi buradan kalkmaya tercih ederim. Bu yüzden sesimi bile çıkarmadan saatlerdir burada Onur'un yanında yatıyorum. Gözlerimi kırpıştırarak açtım ağır ağır, Onur'un uyuyan yüzüyle karşılaştığımda derin bir nefes aldım. Ellerimi kollarıma götürdüm, kollarımı sıvazlayarak ısınmaya çalıştım. Dayan Zeynep! Sen güçlü bir kızsın! Şu hale bakın, Eskimo arkadaşını ziyarete gitmiş ekvatorlu gibiyim, bu soğuğun beni yenmesine izin vermeyeceğim! Onur'un yanından kalkmayacağım, kaldıramayacaksın beni sabah ayazı! Gözlerimi kapattım, kendimi sıcak bir kumsalda hayal ettim, dakikalar sonra uykuya dalmak üzere bir sancıyla açtım gözlerimi. Ağzımdan engel olamadığım büyük bir çığlık çıktığında Onur'un yanımda sıçradığına şahit oldum.
''Zeynep!'' Ellerim karnımda, sanki ellerimle karnıma bastırarak öldüreceğim karnımı vuran sancıyı.
''Neyin var?'' Onur'un sesi öyle korkmuş, öyle telaşlı ki neredeyse ağrımı unutup birden neşeyle gülmeye başlayacaktım benim için endişelendiği için. Ama acım buna izin vermedi. Karnıma giren bir başka büyük sancıyla olduğum yerde cenin pozisyonuna geçtim.
''Zeynep! İyi misin!'' Onur korkudan delirmiş gibiydi, elini alnıma koyuyor çekiyor karnıma koyuyor çekiyor yanağıma koyuyor ateşim olup olmadığını çözmeye ve bir şekilde ne yaşadığımı anlamaya çalışıyordu.
''Karnım...'' deyiverdim can havliyle, ''çok... üşüdüm...'' Saniyesinde Onur'un kollarında buldum kendimi. Beni bacaklarımdan ve belimden kavradığı gibi direkt kucağına aldı. Keskin nane kokusu burnuma geldiğinde, kolları arasında biraz olsun ısınmıştım ve nasıl olacağını bilmediğim bir şekilde ona daha fazla sokulmaya çalışıyordum. Daha fazlası yoktu oysa, kollarındaydım. Bir adım ötesi cebine girmekti. Onur dikkatle ayağa kalktığında ve kucağındaki benimle eve doğru yürümeye başladığında zangır zangır titriyordum.
''Allah kahretsin...'' dedi öfkeyle, ''hepsi benim suçum, ne diye seni saatlerce göl kenarında yatırdım? Bir insan neden buna izin verir!''
''Ama... çok güzeldi...'' gibi bir fısıltı çıktı donmuş dudaklarımın arasından. Onur evin kapısına vurduğunda önce hiçbir ses gelmedi. İki üç defa daha vurduktan sonra ses gelmeyince kapıya sert bir tekme savurdu.
''Onur! Zeynep! Mert! Uyanın, evi bastılar! Mert, arka kapıdan çık bizimkileri bulup geliyorum!'' Burak'ın kaçış planını duyduğum anda gülmek istedim ama gülmeye başladığım an öksürmeye başladım.
''Burak biziz! Aç kapıyı!'' Onur'un sesini duysaydınız benim vurulduğumu düşünürdünüz. Basit bir üşütmeden değil cinayetten bahsediyor gibi korku doluydu. Kapı açılır açılmaz Burak'ın sorularını cevapsız bırakarak evin içine doğru ilerledi Onur. Beni telaşla kocaman bir yastığın üzerine bıraktığında ellerimi ondan ayırmak, o sıcak yuvayı terk etmek istemedim.
''Dur...'' diye fısıldadı, ve hemen sonra üzerim bir pikeyle örtüldü.
''Abi ne oldu!'' Burak'ın şaşkın sorularına emirle karşılık verdi Onur,
''Burak sen şömineyi yak, Mert bir şekilde ilaç bulman lazım. Bir... ağrı kesici... ya da bu tarz bir şey. Sabaha kadar göl kenarındaydık. Üşütmüş, karnı ağrıyor. Ne yapmamız lazım ya! Yüzü yanıyor resmen. Önce yemek mi yemesi lazım? Duşa mı soksak? Ya da sirkeli su mu yapsak? Acaba şöminenin yanında ateşi daha çok yükselir mi... Buzluktan buz torbası mı getirip koysak alnına. Sıcak su torbası var mı diye baksanıza bir, karnına sıcak su torbası yapalım ya d-'' derken Mert şaşkınlıkla Onur'un sözünü kesti,
''Onur... sen iyi misin? Sakin ol abi, tamam. Bak şimdi ben çantamdaki ağrı kesiciyi getirmeye gidiyorum. Burak şömineyi yaksın biz gidip mutfakta bir şeyler hazırlayıp gelelim. Yemek yedikten sonra ilaç içsin. Sen Zeynep'le kal, tamam mı? Sakiniz, sorun yok!'' Onur derin bir nefes alarak yüzünü yüzüme çevirdiğinde kısık gözlerle bakıyordum ona halsizliğimden. Yüzündeki sert ifadenin altında kendine duyduğu kızgınlığı görebiliyordum. Burak elektronik şömineyi çalıştırıp mutfağa geçtiğinde Onur'un yüzüne bakmaya çalıştım zar zor,
''Onur...'' diye mırıldandım, ''vurulmadım. Sadece üşüdüm. Sakinleş... Ah!'' Karnıma giren büyük bir sancıyla ufak bir çığlık attığımda Onur telaşla doğruldu.
''Vurulmadığına emin misin?'' Gülmeye çalıştım, gülüşümün ardından gelen öksürük kriziyle birlikte Onur'un hareketlendiğini duydum. Komidinin üzerinde duran bir bardak suyu alıp başıma geldiğinde hafifçe doğruldum. Sudan iki yudum alıp derin bir nefes alarak büyük yastığın üzerine yattım tekrar.
''Uyu...'' dedi, ''Yemek hazır olunca seni uyandıracağım ilacını içeceksin. İyi olacaksın. Tamam mı?''
''Tamam.'' Gözlerimi ağır ağır kapattığımda karnıma giren sancılarla ara ara kasılıyordum. Onur'un en sonunda söylendiğini duydum.
''Seni oraya götürmemeliydim.'' Kendine kızıyordu. Gözlerimi açmadan dudaklarımı araladım, zar zor konuştum.
''Ayın kenarına mı? Dünyanın en güzele göl kenarına... Yıldızlara dokunabildiğim o yere mi? Hayatımda kendimi en huzurlu hissettiğim o gökyüzünün altına mı götürmemeliydin beni? Onur... Biliyor musun, hayatım boyunca hiç yıldızları izlemekten daha güzel bir şey olacağını düşünememiştim. Ama varmış.''
''Neymiş o? Ayı izlemek mi?''
''Hayır... Yıldızları seninle izlemek...'' Cevap gelmedi. O an öyle çok ateşim vardı ki insan ateşi varken sarhoş cesareti ediniyordu sanki. Ağzıma gelen hiçbir şeyi geri çevirmiyordum.
''Onur... Ben yıldızları hep seninle izlemek istiyorum.'' Bir kez daha cevapsız bıraktı sorumu, saf bir cesaretle devam ettim,
''Yıldızları her izlediğimde... yanımda olur musun?'' Sessizlik. Dakikalarca sustuk birlikte. Sorularıma cevap vermeye bile cesareti yoktu. Bende bunu kabullenecek cesaret vardı oysa. Gözlerimi sıkıca kapattım, kendimi derin bir uykuya bıraktım. Arada alnımda hissettiğim eliyle anlıyordum hala yanımda olduğunu. Karnıma girmeye devam eden sancıları içime atmaya çalışıyordum, susuyordum. Yaklaşık yarım saat sonra Burak elinde bir tepsiyle odaya girince Onur ayağa kalkıp tepsiyi elinden aldı.
''Bizim yemekler mutfakta. İlaç da tepside. Yemeğini yedir gel. Zeyno, iyi misin?'' Burak'ın sorusuyla halsizce başımı salladım. Onur yanıma oturup tepsiyi komidine bıraktığında kendi kendime doğrulmaya çalıştım. Kıpırdadıkça öksürüyordum. Onur elimden tutarak oturmama yardım etti. Gözlerimi hafifçe açtım, bitkin bir halde yüzüne baktım. Kasedeki çorbadan bir kaşık aldı, ağzıma doğru götürürken başımı çektim.
''Sen... gidebilirsin... Ben kendim yerim.'' diye mırıldandım.
''Hayır,'' dedi sinirlenmiş gibi, ''sen kendin yiyemezsin.'' Sesimi çıkarmadım. Dakikalarca sessizce bana çorba içirmesine izin verdim. Birkaç kaşık makarna aldıktan sonra midemin bulantısıyla başımı çevirdim.
''Tamam... İlacını iç, uyu.'' Bana uzattığı iki hapı tek seferde yuttum. Sudan bir iki yudum aldıktan sonra yastığına geri döndüm. Gözlerim anında kapandı. Yarı açık bilincimle, yarı kapalı bilincimle Onur'un odadan çıktığını duydum. Ağrımın geçmesini beklerken iki dakika içinde Onur'un odaya döndüğünü kapı sesinden anladım, yanıma oturduğunda gözlerimi araladım neden yemek yemediğini sormak için. O an ufak bir şok yaşadım, yemeklerini tepsiye almış başımda yiyordu! Kaşlarım çatılı bir şekilde gözlerimi kapattım. Anlam vermeye çalışamayacak kadar büyük bir ağrıyla daldım uykuya.
Ara ara gözlerimi açıyor, saniyeler sonra kapatıyordum. Vücudumun terlediğini, ateşler içinde yanmaktan buzlar içinde donmaya geçtiğimi hissediyordum. Arada Onur'un alnıma koyduğu eli uyandırıyordu beni, arada Burak'ın ''ABİ NE ZAMAN UYANACAK YA?'' diyen telaşlı sesi. Bir sağa dönüyordum, bir sola. Gündüz boyu yattım orada, gündüz boyu ayrılmadılar başımdan. Güneş tekrar battığında bir ara Burak ve Mert'in göl başına gideceklerini söylediklerini duydum. Sonra tekrar uykuya daldım uyuşturucudan mahrum kalmış bir bağımlı gibi.
Bir süre sessizlikte yattım Onur'un yanı başımda olduğunu bilerek. Bir tek şömine sesi vardı odada, bir de şömineden yansıyan o huzur verici turuncu ışık. Karnıma giren ufak sancıyla birlikte inlediğimde Onur başımda belirdi.
''Zeynep... geçti... bir şey yok... Uyumaya devam et.'' Bir bebeği uyutur gibi fısıldıyordu. Aldığım ilaçların etkisiyle ayılamıyordum. Ağır ağır uykuya döndüğüm sırada Onur'un elini saçlarımda hissettim. Ateşten terlemiş saçlarımı geriye doğru itti, yavaşça okşadı. Sonra hiç beklemediğim, beni şoka sokan o cümleyi duydum,
''Olurum Zeynep...'' diye fısıldadı duymadığımı düşünerek, ''yıldızları her izlediğinde yanında olurum...''
Kulaklarım duyduğu cümle karşısında yaşayabilecekleri en büyük şoku yaşarlarken kalbimin beynimin içinde attığını hissediyordum. Onur Zorlu, en başından beri duvar gördüğüm gururlu Onur Zorlu... Haftalar önce duvarlarının yıkılamayacağını söylediğini hatırlıyorum. Şimdi bana söz veriyordu. Yıldızları izleme sözü. Artık o duvardan eser kalmamıştı. O duvar yıkılmıştı. Çünkü bilirsiniz, yıldızları izlemek için etrafınızdaki duvarları yıkmaktan başka çareniz yoktur. Biz de öyle yaptık. Yıldızları izlemek için, duvarları arasında yaşadığımız evimizden vazgeçtik...
Biz o evi yıktık.
Artık aramızda duvarı bırakın, tek bir tuğla tanesi bile yok. Asıl şimdi başladı savaş. Asıl şimdi ayağa kalktık. Düşen birine yukarıdan bakmak çok kolaydır. Oysa şimdi... biz ayağa kalkıyoruz. Bize yukarıdan bakanlarla göz göze gelebilmek için. Daha fazla kaybetmemek için.
---
Şu an bilgisayar hala elimde, söz verdiğim zaman neler olduğunu biliyorsunuz başıma gelmeyen kalmıyor, bu yüzden söz vermeyeyim ama belki bir sonraki bölümü bu akşam bile yazıp yükleyebilirim. O yüzden yeni bölüm belki yarın belki yarından da yakın deyip ucu açık bırakalım. Merak etmeyin, bu bölümden sonra eski Karantina havasına dönüyoruz. Aksiyon dolu bölümlere hazır olun! Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen :') -BeyzaInstagram : beyzalkoc
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karantina Serisi
Teen Fiction''Birlikte belanın içine batabileceğimiz kadar battık. Ve şimdi, seni bırakmayacağım... Benimle misin?'' --- Zeynep, kendini yeni okuluna başladığı ilk gün bir felaketin ortasında buldu. Okulu, salgın bir hastalık nedeniyle karantina altına alındı...