2.

69.4K 2.2K 1K
                                    

"Ee, kaç yaşındasın?"

"33"

Kafamı salladım. Camı açıp kolumu dışarı çıkardım ve kafamı da kapıya yasladım. Rüzgar yüzüme vurduğunda hafif bir tebessüm ettim.

"Kemerini bağla ufaklık."

Kafamı kaldırıp ona baktığımda, gözünü yoldan ayırmıyordu. Kemerimi bağlayıp ona doğru döndüm. Aslında hiç 33 göstermiyordu bile. Aslında bende hiç 19 durmuyordum. Genetik olduğundan dolayı böyleydi. Annem ve babamda asla göstermezdi yaşını. Aklıma onların düşmesiyle , bacağımın üstünde duran ellerime baktım. Bilekliğim hala elimdeydi. Yıllardır bileğimden çıkmayan bilekliğim bugün nedense düşüvermişti. Tek elimle geri takmaya çalıştığımda, araba durmuştu. Bileğime değen sıcak elleri hissettiğimde, kafamı kaldırdım.

Onun varlığını hissetmek beni zorlayacaktı. Biliyordum.

"Hep böyle düşer mi?"

"Hayır, bugün nedense düştü işte."

"Yani manevi değeri var."

"Bunu da nereden çıkardın?"

"Hep düşer mi dedim, yani hep takıyorsun."

Kaşlarım havalandığında, kafamı salladım. O da geriye yaslanıp bana döndü.

"Nereye gidiyoruz?"

"Eve. Yani Ağaçlı Mahallesine."

"Merak etme yolu biliyorum."

Arabayı çalıştırdığında, bilekliğimi inceledim. Kırmızı ve koyu yeşilden oluşan bilekliğin tam ortasında mavi bir taş vardı. Babam bunu bana özel yaptırmıştı. Bunu taktığında ki cümleyi unutmuyordum.

"Bu bilezik senin kaderini temsil ediyor. Ve eğer o taş düşerse, artık korunmaya ihtiyacın olmayacaktır. Çünkü kaderini bulmuşsundur."

Derin bir nefes alıp gülümsedim. Dediğine inanıyordum. Ama ne zaman olacak bilmiyordum. Düşüncelerimi dağıtmak amaçlı Çağlar'a döndüm.

"Bana sormak istediğin bir şey var mı yoksa bütün her şeyi Ceren anlattı mı?"

"Aslında anlattı ama bileziği anlatmadı."

"Belki başka bir zaman sana anlatırım."

"Tabi ufaklık."

"Ufaklık deme amacın?"

"Küçüksün çünkü."

Gözlerimi devirdiğinde, mahalleye giriş yapmıştık. Telaşla onu durdurdum.

"Geri git. Bizi görmesinler. Yani, şey benim akrabalarım biraz tuhaftır. Ben indikten sonra sen bana gizlice bakarsın. Ya da bakma. Her neyse işte. Ben gidiyorum."

"Dur!"

Kapıyı açtığımda elimi tutması bir olmuştu. Sıcak avucunu parmaklarımda hissederken ona doğru döndüm. Pardon, dudaklarına döndüm. Gözlerimi kaçırıp ona baktım.

"Ayakkabıların?"

"Cidden onları unutucağımı mı sandın? Canımı okudular zaten, bir de onları unutamam!"

Kıkırdadığında arabadan indim ve elime ayakkabıları aldım. Kapıyı kapattığımda ise onun sesini duymuştum.

"Görüşürüz ufaklık."

Ufaklık kelimesi kulağıma hoş gelirken, yüzümde olan gülümsemeyi engellemeden yürümeye başladım ve bir çılgınlık yapıp arkamı dönüp el salladım. Arabada siyah film vardı. Bu yüzden el sallamışsa bile görmemiştim ama yine omuzlarımı silktim. Ayağıma batan taşlar bile canımı acıtmıyorken, kapının önüne geldiğimde cebimde duran anahtarı çıkarıp kilidi açtım.
****
Aradan bir üç gün geçmişti ve az da olsa Çağlar'a alışmıştım. Eve girdiğimde derince bir oh çekip üstümü değiştirdim ve ayaklarımı yıkadım. Yatağıma yatıp uzanmışken, halamın odama dalmasıyla düzenim bozulmuştu.

"Ne oldu çok mu yoruldun! Sanki taş taşıdın! Hadi kalk, sofrayı hazırla. Birazdan enişten evde olur."

Gözlerimi devirip yataktan kalktım ve mutfağa ilerledim. Masayı hazırlamak için örtüyü masaya örttüm ve tabakları dizdim. Her şeyi yerli yerine koyduktan sonra, eniştem gelmişti. Kapıyı açtığımda öfkeli bakışlarını bana sergileyip elime tutuşturduğu poşeti mutfağa götürdüm.

Aldığı şeyleri buzdolabına dizerken bile halama söylenip duruyordu. Halam mutfağa geldiğinde, elimdekileri hızla aldı.

"Git Mert'i çağır."

Eşek gibi yatan oğlunu da kendisi çağırsa bir zahmet. Sinirle dişlerimi sıkıp Mert'in odasına doğru ilerledim. Kapıyı açtığımda yatağına doğru ilerleyip omuzundan dürttüm.

"Mert hadi kalk, sofra hazır."

"Tamam geliyorum."

Gözlerimi devirip odasından çıktıktan sonra tabağıma koyulan çorbadan bir kaşık aldım. Saatler ilerlediğinde yemeğimi yemiş, bulaşıkları dizmiş ve odama çekilmiştim. Cama doğru ilerleyip taşa oturdum. En azından odamdan dışarıyı azda olsa görebiliyordum.

Çalan telefonumu almak için pervazdan inip yatağımın üstünden aldım ve kulağıma tuttum.

"Efendim Ceren?"

"Napıyorsun?"

"Oturuyorum işte, sen?"

"Giyiniyorum."

"Hayırdır nereye?"

"Bara."

"Ceren kaç kere dedim sana gitme şuraya diye. Sonra içip içip sızıyorsun ben gelip alıyorum. Ayrıca Cemil Amca'yı duymadın sanırım, en son bu konuda ikimizi de uyarmıştı."

"Tek gitmiyorum ki!"

"Kimle gidiyorsun?"

"Seninle!"

Gözlerimi devirip, pervaza yeniden oturdum. Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım.

"Hadi giyin seni de alayım."

"Ceren çok yorgunum onu geçtim, yarın işe gitmem gerekiyor."

"On dakika içerisinde burada ol."

Telefonu kapattığında, oflayarak pervazdan indim ve camı kapattım. Dolabıma doğru ilerleyip üstüme bir elbise geçirdim. Kısa ama güzel bir elbiseydi. Çantamı da alıp odamdan çıktım. Oturma odasında oturan halamları takmayıp kapıya doğru ilerledim.

"Başımıza hayat kadını çıkacak! Terbiyesiz!"

Söyledikleri şeyleri takmayıp spor ayakkabımı giydim ve evden çıktım. Caddeye doğru ilerlerken, Çağlar'ın bana doğru geldiğini gördüm. Süzmesi bittiğinde sırıtarak yanımda durdu.

"Bara gideceğimizi düşünmezdim."

"Bende. Ceren işte."

İkimiz birden kıkırdadığımızda yola doğru ilerliyorduk. Sahil çok uzak değildi bu yüzden yürüme gidebilirdik. Çağlar'a baktığımda siyah bir takım yaptığını gördüm. Baya yakışmıştı. Sahile birkaç dakika kala çantamdan bir sigara çıkardım. Bir dal aldığımda, kutuyu ona uzattım. Kaşlarını çattığında omuz silkmiştim. Ağzıma aldığım sigara dalını yaktığımda derince içime çektim.

Bir anda elimden alınan sigarayla Çağlar'a baktım. Kendisi dalı almamış gibi kendi dudaklarına götürüp derince içine çekti ve havaya üfledi. Gözlerim dudaklarına kayarken, neden bu kadar dikkat çekici olduğunu düşünmüştüm.

KORUMA MI? O DA NE? Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin