Karaca karşısında duran Mehmet'e bakıp ağzındaki kanı tükürdü.
Azer'in istediğini yapmıştı. Azer ondan bu adamı bulmasını ve kendisine temsil etmesini istemişti. Karaca da tam olarak onu yapmıştı.
Bolca gizemli takipler ve çabalar sonucu adamı bulmuştu. Mahallesinin arka taraflarında, pek kimsenin de gelip bilmediği bir yerde yatıyordu adam. Onu burada bulmuş ve sıkıştırmıştı.
Dövüşmek zorunda kalmıştı, ki bunun geleceğini zaten biliyordu. Adamın silahı olmadığını anlayınca derin bir nefes vermişti. Kurşun yememişti daha önce ve durduk yere bu acıyla tanışmış olmak da istemiyordu.
Adam karşısında baygın yatarken arka cebinden telefonunu çıkarttı ve komiserin numarasını tuşladı. Numarayı ezberlemişti, çünkü telefonuna kaydetmemekte oldukça ısrarcıydı. Bunun sebebine pek emin değildi, ama üzerinde de durmuyordu zaten.
"Attığım konuma gel." dedi telefonun açıldığını anlar anlamaz. Komiser'in tarafından hışırtılar geldi, adamın uyuyor olduğunu hemen anlamıştı Karaca.
"Tamam."
Telefon yüzüne kapanırken Karaca yıkık dökük evde oturabileceği bir yer aradı. Küf tutmuş koltuğa bakıp yüzünü buruşturdu, ama başka şansı yoktu.
"Senin kesin vardır zulan." dedi baygın adama bakarak. Haklıydı da, biraz aramasıyla şarap şişelerini bulmuştu.
"Pezevenge bak, bizim bundan almaya paramız yetmez." dedi ve şişeyi dikti kafasına. Dudağının kenarından akan alkol yaraya değince acıyla bıraktı şişeyi.
"Allah'ın egoist polisine hizmet edeceğiz diye ağzımız burnumuz kırıldı bir de. Şu hale bak."
Küflü koltuğa oturmasıyla kalkan tozu görmezden gelmeye çalıştı. İçine çöken karanlığı bir türlü aydınlatamıyordu.
Annesiyle yaptığı konuşmadan sonra kalbi sıkışmıştı sanki. Kadın ona kötü hiçbir şey söylememişti halbuki, ama Karaca mahvolmuş gibiydi.
Annesi sakattı, Karaca adını söylemeyi öğrendiğinden beri böyleydi bu durum. Babası yoktu, abisi de... Hiçbir erkek yoktu başlarında ve annesini ciddiye almazdı kimse. Bodur, sakat bir kadındı; kimseye göre hiçbir işe yaramazdı. Karaca hayatı boyunca yeryüzünde en sevdiği insanın başkaları tarafından aşağılanmasını izlemişti. Onun gözünde annesi göklerdeydi, ama başka kimse öyle görmüyordu. Karaca üzülmesin diye onun karşısında ağlamamıştı hiçbir zaman ama şimdi bakınca Karaca küçüklüğünde annesinin güldüğünü hatırlamıyordu hiç. Kızına gösterdiği şefkatli gülümseme başka bir şeydi, ama büyük bir kahkaha solgun dudaklarından hiçbir zaman çıkmamıştı.
Karaca mahallenin başına geçtiğinde, tek başına, zar zor, kaza kaza başa geçtiğinde; işlerin değişeceğini sanmıştı. Hayatı boyunca taptığı kadına başkaları da saygı duyacaktı şimdi. Ama yine öyle olmadı. Mahalleli acıyarak bakmaya devam etti. Annesi boynunu bükünce, karşı çıkmadı Karaca da.
Bu akşam, yatmaya gitmeden önce karşısına çekip konuşmuştu kızına. 'Hayatın boyunca bizim için çabaladın, oysa benim tek isteğim kızımı mutlu görmekti' demişti. Herkesi kandırabiliyordu Karaca oysa ki, mutlu ve güçlü olduğuna. Ama anneler görürdü, kimsenin görmediğini. Bir tek komiser yaklaşmıştı görmeye. Karaca'ya 'oyunlarını yemediğini' söylemişti. Tamam, gerçek yüzünü görmüyordu belki ama en azından maskesi olduğunun farkındaydı.
"Azer." dedi Karaca ismi yavaş bir şekilde fısıldayarak. Mehmet tarafından kafasına yediği darbeler bir yana, içtiği şarapla iyice uyuşurken öfkesine sığındı. Ayık kalmalıydı.