Aşağıdaki notu okursanız çok sevinirim>>>>>>
Çiçeklerim, selam. 'Bu Şehir-1' e gelen yorumlar beni o kadar mutlu etti ki, inanamazsınız. Bana çokça acı veren günlerden geçiyorum ve buralar tek umudum oldu sanki. Yani kafamı dağıtırken birilerine bir şeyler hissettirebildiğimi görmek çok güzel, çok umutlu. Sizi seviyorum derken, gerçekten içimden gelerek söylüyorum bunu. Gördüğüm her yorumda yüzümün nasıl aydınlandığını görebilseniz keşke. Çok teşekkür ederim, iyi ki varsınız.
Ne yazık ki bölüm tam yetişmedi. Dediğim gibi, sınandığım bir dönem oluyor bu. Kader böyleymiş diyip geçmesini bekliyorum. Hem babaannem 'sular bulanmadan durulmaz' derdi. Haklıdır, en azından ben öyle umuyorum.
Her şey bir yana, ne kadar istekli olduğunuzu görünce bir şeyler yazmalıyım diye düşündüm. Elimden şimdilik bu kadarı geldi, ama söz en kısa zamanda bitireceğim bölümü.
Karaca oturduğu balkonda elindeki sigarasından titreye titreye bir nefes daha çekti. Hava buz gibiydi, tünediği sandalyede dizlerini kendisine çekmiş; bir battaniyeye sarılmış haldeyken bile titriyordu. Ama bu evin bazı kuralları vardı. İçeride sigara içemezdi.
Koçovalı evinden kurtulduktan sonra en çok yapmak istediği şey tek başına eve çıkmaktı. Ama bir anaokul öğretmeni olarak, böyle bir maddi imkanı olmadığından bir ev arkadaşıyla çıkmak zorunda kalmıştı. Sinem fena kız değildi, sessiz sakin biriydi. Misafiri, geleni gideni olmazdı. Hem Karaca'nın da ondan pek farkı yoktu. Bir apartman dairesinde iki yalnız insanlardı o kadar.
Aklından geçenleri susturmak için sigarayı tutmayan elini saç diplerine yerleştirip bastırdı. Keşke bir düğmesi olsaydı şunun, kapatsaydı da nefes alabilseydi biraz. Ama olmuyordu. Düşündüğü şeyler için kendine daha da kızarken öfkesini dindirecek ilaçmış gibi bir derin nefes daha aldı.
Azer'in parmağında bir yüzük görmemişti ve Karaca kendini inandırmayı çok istiyordu. Ama başka nasıl bir açıklaması olabilirdi ki? Kız onun soyadını taşıyordu, onu almaya gelen kadını da görmüştü. Sonra da Azer'i. Seher demişti, en azından bir ipucu vermişti adam ona. Ama Karaca sosyal medyada Seher Kurtuluş'u aratacak cesareti kendinde bulamadı. Aklındaki sorular içini yiyip bitiriyordu ama cevap almaya da hazır değildi.
Hem evli olsa ya da olmasa ne değişecekti ki? Azer'in ona ne kadar kızgın olduğunu görmüştü. Nasıl da öfkeyle bakıyordu hala, 'bitti Azer bu son sözüm' dediği saniye bakışları nasıl sertleşmişse biraz bile yumuşamamıştı. Gerçi haksız mıydı? Azer onu öylece terk etse kendi nasıl hissederdi ki?
Azer'i bu hikayede haksız kılan bir konu vardı, Karaca ona ihanet etmezdi. Azer'in yaptığını yapmazdı.
Balkon kapısına tıklatılmasıyla bomba patlamış gibi irkildi Karaca. Ne zamandır böyle durduğunu bilmiyordu. Yerinden kalktı hızlıca, çoktan küle dönmüş sigarasını da söndürdü. Ayaklarına dolanan battaniyeyi düzeltmeye çalışıp iki adımlık balkonda kapıya ulaştı.
"Bir şey mi oldu? Musluk mu arızalandı yine?" dedi hırkasına iyice sarınıp yerinde kımıldanan Sinem'e bakıp. Sinem kafasını iki yana salladı, sonra kafasıyla kapıyı işaret etti. Kapıdaki her kimse, onları duyması mümkünmüş gibi ona doğru eğildi ve fısıldadı.
"Biri var kapıda, seni soruyor."
Karaca kaşlarını çatıp bir kapıya, bir ev arkadaşına baktı. Açık olduğunu belli bile etmeyen kombiden dolayı evle balkon arasında pek de bir fark yoktu.
"Nasıl yani?" diye sordu şaşkınca. Duyan bunu dünyanın en şaşırılacak şeyi sanabilirdi, ki öyleydi zaten. Karaca'yı kim ziyaret edecekti ki? Bu evin kapısını çalan tek kişi apartman görevlisiydi; o da aidat toplamak için gelirdi.
"Azer dedi ismine."
Karaca donakalıp kıza bakarken kafa salladı sadece.
"İ-iç... İçeri alabilir miyim?" dedi kekeleyerek. Sinem de aynı onun kadar şaşkın ve biraz da tereddütlü bir şekilde kafasını sallayınca, kapıya doğru yürüdü Karaca.
Azer'in burada ne işi olduğuna dair hiçbir fikri yoktu. Azer bugünkü konuşmadan sonra buraya gelip daha ne söyleyecekti? Hakaretleri mi bitmemişti yoksa içinde kalan başka şeyler mi vardı? Yeterince kusamamış mıydı öfkesini?
Karaca bu soruları da yanıtsız bırakacağına kapıyı açmaya karar verdi. Ve beklediğinden daha farklı bir manzarayla karşılaştı.
Sabahki endamından ve şıklığından eser yoktu Azer Kurtuluş'un. Üzerindeki ütülü ceketi görünürde zaten yoktu, gömleğinin de kolları özensizce kıvrılmıştı. Yaka düğmeleri de açıktı üstelik. Boynunda bir zincir vardı ama ucundaki kolye gömleğinin içinde olduğunan göremedi Karaca.
Sabah konuşurlarken dimdik tuttuğu çenesi ve sırtı aşağı inmişti şimdi. Ama her şeyden daha kötüsü, yüzüydü.
Karaca Azer'i birçok şekilde görmüştü. Tanıştıklarında yüzü yara bere içindeydi; ama yine de şimdiki halinden iyi olduğu kesindi. Azer Kurtuluş ağlamıştı.
Çok barizdi bu, ki bu Karaca'yı daha da şaşırttı. Gözleri kıpkırmızıydı, bunun tek sebebi ağlayışı olamazdı, yorgunluk akıyordu yüzünden. Göz altları çökmüş, burnu da kızarmıştı. Karaca ne yapacağını, ne diyeceğini bilemeden şaşkınlıkla baktı adama.
"A-Azer?"
Azer kımıldamadı bile. Tek eli duvardaydı, oradan güç alıyor gibiydi.
"Başkasıyla yaşadığını bilsem gelmezdim-"
Azer'in titrek ve kısık sesini Karaca'nın konuşması böldü.
"Sen nereden buldun beni?" dediğinde Azer alayla gülümsemeye çalıştı. Ama yüzü alaycılıktan çok uzaktı, aksine acı çekiyor gibiydi.
"Azer Kurtuluş her şeyi bulur."
Cümlesi Azer Kurtuluş denen adama acır gibi, onu ti ye alır gibi çıkmıştı ağzından. Karaca olan biteni anlamaya çalışır gibi iki yana salladı kafasını.
"Ben anlamıyorum-"
Bu sefer Karaca'yı böldü Azer.
"İçeri girebilir miyim?"
Sesi sabahki kükreyişinin aksine o kadar kısık çıkıyordu ki, bir günde ne oldu bu adama diye düşünmeden edemedi Karaca. Tereddütle bakışlarını içeri çevirdiğinde, kadının endişesini fark etmiş gibi konuştu Azer.
"Karaca. Lütfen?"
Azer Kurtuluş'un birinden bir şey istemesi büyük bir meseleydi. Ses tonunun yalvarırmış gibi çıkması ise hiç beklenmedikti.
Karaca emindi, onu içeri almamalıydı. Gecenin bu vaktinde, bu halde bir Azer Kurtuluş sadece yıkım getirecekti. Hatta sadece Karaca'yı değil, kendini de darmadağın edip gelmişti. Bu gecenin sonunun hayırlı bitmesine imkan yoktu. Onu kesinlikle içeri almamalıydı.
Ama Karaca Koçovalı yaptığı iyi seçimlerle bilinen bir kadın değildi. Aksine, yaptığı hatalarla bilinirdi o. Doğru yolu bulmaya, ya da uygun olan şeyi yapmaya hiçbir zaman istekli de olmamıştı. Bu yüzden, yaptığı yüzlerce hata ve işlediği onlarca günah içine bir tane daha katmaktan zarar gelmeyeceğine karar verdi.
Her zamanki gibi, yine yanlış bir karardı.
Yana doğru kaydı ve girmesi için işaret etti.
"Gel, Azer."