POV: Koçovalılar ve Kurtuluşlar uzun yıllardan beri dostlardır. Karaca, dizideki ataerkil düzenin aksine bu hikayede ailenin erkekleri kadar söz sahibidir. Karaca ve Azer gençliklerinden beri arkadaşlardır ancak aralarında romantik hiçbir şey geçmemiştir.
Satır arası yorum yaparsanız sevinirim çiçekler :)
Komodinde duran telefonun titremeye başlamasıyla görmekte olduğum rüya bölündü ve rahatsızca gözlerimi kırpıştırdım. Kimin aradığına bakmadan, zaten önemli olmasa kimse bu saatte aramaya cüret edemezdi, açtığım telefonu kulağıma götürdüm.
"Ne var?"
"Karaca, yardımın lazım."
Sesin kime ait olduğunu anlar anlamaz yattığım yerde dikleştim ve tek elimle yüzümü ovuşturdum.
"Azer? Saldırı mı var? Kaç kişi lazım?"
Hızlıca sorduğum sorular karşısında karşı taraftan yanıt olarak bir iç çekiş aldım yalnızca.
"Öyle bir şey değil. Sadece senin yardımına ihtiyacım var. Sizin evin arka tarafındaki yoldayım. Bekliyorum."
Azer başka bir şey söylemeden telefonu kapatınca, kaşlarımı çatıp telefonu yatağa bıraktım ve giyinmek için ayağa fırladım. Saat sabahın üçüydü, bu kadar acil olan şey saldırı değilse neydi onu da anlamamıştım. Üzerime siyah bir kot pantolon ve yine siyah bir sweat geçirip hızlıca indim aşağı. Anahtarlarımı yanıma aldı, kaçta geleceğim belli olmazdı ama içimden bir ses işimizin kısa olmayacağını söylüyordu.
Evden çıkıp arka taraftaki yola ulaştığımda, Azer'in arabasını görünce elimi kaldırdım. Azer arabadan inip kapıyı kapattı ve ön tarafa geçip arabaya yaslanarak yanına ulaşmamı bekledi.
"Neden buradayım?" dedim kollarımı göğsümde buluşturup Azer'e bakarak. Azer gülümseyerek omuz silkti.
"Çünkü bana bayılıyorsun." dediğinde alayla gülüp iki yana salladım kafamı.
"Seni fazla şımarttığımızı biliyordum." dedim ve kaşlarımı çatıp Azer'e baktım tekrar. Kıyafeti ve saçları oldukça düzgün görünüyordu, bu medeni halini bozan tek şey kaşının üzerindeki kesikti.
"Ne oldu Azer, söylesene." dedim sonra kolunu dürtüp. Azer dudaklarını yalayıp doğru cümleyi bulmaya çalışır gibiydi.
"Söylemekten ziyade, göstersem daha kolay olacak aslında. Gel." dedi ve onu takip etmemi işaret edip arabanın arka tarafına doğru yürüdü. Bagajı açmak için hamle yaptığında, ne göreceğime dair az çok fikrim vardı. Bu yüzden Azer'in açmasına izin vermeden elimle bagaj kapığına bastırdım.
"Ölü mü, diri mi?" dedim bakışlarını araçtan çekmeden. Azer'se yalnızca gözlerini devirip bana baktı.
"Ölü bir adamı gömmek için yardıma ihtiyacım olsaydı, seni değil Yılmaz'ı arardım." dediğinde kafamı salladım hafifçe.
"Ölüleri ona, dirileri bana bırakıyorsun. Çok hoş gerçekten." dedim ve Azer'in sırtına alayla vurup bagaj kapağını açışını izledim. İçeride elleri ve ayakları bağlanmış, ağzına da bant yapıştırılmış bir halde baygın yatan adamı görünce iç çektim yavaşça.
"Konuşturmak lazım. E malum birini konuşturmak gerekince akla gelen ilk isim de sensin..." dedi Azer ve bana göz kırptı. Bu yaptığı hareketle seslice oflasam da içten içe hoşuma gittiğinden uzanıp açık olan bagajı kendim kapattım ve ona döndüm.
"E hadi, depoya o zaman." dediğimde Azer'in yüzünün gülmesiyle ben de güldüm ve arabanın önüne doğru yürüdüm. Azer beni aradığında bu kahve içmek için ya da sinemaya gitmek için olmazdı, alışkındım.