Salya sümük yazdım bu bölümü. Azer'e ayrı, Karaca'ya ayrı, Salih'e ayrı ağladığımı itiraf etmeliyim. Umarım beğenirsiniz çiçeklerim...
Karaca içeri yürüdüğünde kahveler çoktan dağıtılmış, söze de girilmiş. Azer, hiç karşılaşmamışlar gibi yere bakıyor sakince. Akşın yine gülümsüyor, hatta herkes gülümsüyor salondaki. Karaca, Azer'in elini tutup bu eve gelse bütün Koçovalılar yıkardı bu mahalleyi. Olsa şimdi Akşın'ın mutluluğunu kutluyormuş gibi duruyor herkes.
Azer geldiğinden beri gözlerini bir kere olsun yerden çekmedi. Herkes bunun saygıdan olduğunu düşünüyor ama Karaca içten içe başka bir sebep olması için yalvarıyor. Akşın'a çevirince bakışlarını, genç ve güzel kızın gülümsediğini görüyor. Kardeşi gibi gördüğü kuzeni için mutlu olmayı kendi de isterdi aslında, ama gönül el vermiyor.
"Ak olanla kara olan." diye mırıldanıyor kendi kendine Karaca. O kadar küçük ki sesi, kendinden başka kimse de duymuyor zaten.
Fadik'in Akşın'ı Azer'e istemek için söze girmesiyle, kendini yavaşça denize doğru adım atıyormuş gibi hissediyor. Yüzme bilmiyor sanki ve Fadik'in ağzından çıkan her cümleyle, derin ve karanlık sulara bir adım daha atıyor. Bu konuşmanın sonunda boğularak öleceğinden emin; eğer yardım çığlığı atmazsa.
Bu vakte kadar kaybettiklerini düşününce, çığlık atmak pek de imkansız gelmiyor kıza. Zaten görünmez olduğu bir evden sürülmek ne kadar acı verebilir ki? Bir çok şeyi hesap ediyor Karaca; şimdi sesini çıkartırsa Koçovalılar onu evden kovar mı? Evden atılırsa belki Çukur'un sokaklarında barınmayı dener, ama buradan da sürülürse ne yapacak? Tanıdığı, bildiği kimsesi yok; lisede okuldan alındığı için doğru düzgün arkadaşı da yok... İstanbul'un ara sokaklarında hayatta kalmayı başarabilir mi?
Yamaç'ın ayağa kalkıp yüzükleri almak için eğilmesiyle boynunu kütletiyor yavaşça. Beklediğinden daha da yavaş gerçekleşiyor her şey ve yavaşlık yalnızca acısını artırıyor.
"Kimse için de hiçbir sakıncası yoksa, hayırlı uğurlu-"
Yamaç'ın espriyle kurduğu cümle, salondaki başka birinin bağırmasıyla bölünüyor.
"Etmiyorum müsaade falan!"
Kendisinden böyle bir çıkış beklenmediğinin farkında Karaca. Koçovalılar'ın pek de göz önünde bulundurmadığı torunlardan biri o. Hele ki Akşın ve Akın varken; Karaca Koçovalı'nın esamesi okunur mu? Elbette okunmaz, bu bariz; ama kimse yüzük merasiminin tam ortasında onun ayağa fırlayıp boğazı yırtılırcasına bağırmasını beklemiyor.
"Karaca?"
Babasının hayret ve öfke dolu sesine de gözlerini kapatıyor Karaca. Şimdi açıklaması gerekse, bütün salon ağzı açık dinler zaten. Ama konuşması, açıklaması gereken insan önce Azer. Aşık olduğu adamı, kızın kardeşi diye gördüğü kuzeniyle evlendiren Koçovalılar gerekeni sonra alacak.
"Karaca otur yerine!"
Sultan'ın bağırışıyla Karaca istemsizce irkilse de istifini bozmuyor. Gözleri, aşık olduğu adamınkilere kilitlenmiş durumda. Etrafında olan biten her şey bir hayalmiş gibi geliyor hatta ona.
"Müsaade etmiyorum. Bu nişana müsaade etmiyorum!"
Karaca'nın kendinden emin bir şekilde bunu tekrarlamasını beklemiyor hiçkimse. Damadın annesi Fadik şaşkınlıkla bir oğluna, bir de bu kara saçlı kıza bakarken sessiz kalıyor.
Karaca, bakışlarını Azer'den çekip Akşın'a çevirince, kuzeninin ona yalvaran gözlerle baktığını fark ediyor. Ona ayrı, şaşkınlıkla onu izleyen adama ayrı kızgın.