Bu bölümü sırıtarak ve yumoş yumoş olarak okumanız yazar tarafından garanti edilmektedir ;)
"Afferin sana babacım, çağır bakalım kardeşini de buraya!"
Azer oğlunu yere indirip erkek kardeşine koşmasını izlerken çalan kapıyı açmak için hareketlendi. Kapıda görmeyi beklediğinden daha büyük bir kalabalıkla karşılaşınca kaşları çatıldı.
"Annecim, Ceylan'ım, Seyhan'ım hoş geldiniz." dedi onlara sıcak bir gülümseme bahşederek. Ardından sert bakışlarını erkek kardeşlerine çevirdi.
"Siz niye geldiniz lan?"
Yılmaz yaralanmış gibi elini kalbine götürdü ancak Azer bunu umursamamış gibi tekrar annesine baktı.
"Ana, kızlar tamam da bunları niye getirdin? Zaten işim başımdan aşkın-"
Daha sözünü bitirmesine kalmadan bahçeden gelen bağırış sesleriyle gözleri açıldı ve koşarak bahçeye ilerledi. Artık sürekli bağırış sesi duymaya alışkındı ama yine de küçük canavarları yalnız bırakmaya gelmiyorlardı.
"Kağan, Ulaş! Ne yapıyorsunuz oğlum? Ayrılın çabuk!"
Birbirlerine vurmakta olan oğulları aniden ayrılınca Azer derin bir nefes aldı.
"Kaç defa dedim size, itişmek yok diye! Allah korusun ayağınız kaysa, havuza düşseniz ne olacak?"
İkizler aynı anda "Seni seviyoruz baba, özür dileriz baba." diye mırıldanınca tekrar iç çekti Azer. Bütün çocukları bunu bir alışkanlık haline getirmişlerdi. Yaptıkları yaramazlıklardan hemen sonra önce anne ve babalarına sevdiklerini söyleyip yumuşatıyorlar, ardından özür dileyip konuyu kapatıyorlardı. Bu aklı onlara kim verdi Azer bilmiyordu ancak Kadir ve Yılmaz'dan biri olduğuna emindi.
"Hadi, uslu uslu devam edin."
Kağan ve Ulaş tekrar koşmaya başladığında, kenarda onlar için kurduğu küçük basket potasında oynayan oğullarına baktı. En azından bugün onlar uslu durmaya karar vermişlerdi. Bütün çocuklarının aynı anda hareketlenmiyor olması şu anda en büyük lütuftu.
"Alpaslan, Ali! Babacım acıkınca söyleyin, tamam mı?"
Hevesle oynayan çocukları onu duyduklarına dair bir şeyler mırıldanırken ciddiye alınmadığına emindi Azer.
Bu sırada bahçeye çıkan ailesi, oturma grubuna yerleşmişti bile. Azer ailesine doğru yürümeye başladığında, Ceylan'ın çoktan Can'ı kucağına aldığını görüp gülümsedi. Annesinin karşısına oturduğunda bir yandan oğluna el sallıyordu.
"Oğlum, benim en büyük isteğim torun sevmekti biliyorsun."
Annesinin söze girişiyle hevesle ona döndü Azer.
"Ne güzel işte ana. Torundan bol ne var?" dediğinde Yılmaz ufak bir kahkaha attı.
"Evet abicim de sanki biraz fazla var."
Bütün kardeşleri gülmeye başladığında Azer hızla arkasına aldığı yastığı erkek kardeşine fırlattı.
"Hassiktir lan ordan! Sen ne demeye çalışıyün benim evlatlarıma?"
Yılmaz kendisine atılan yastığı havada yakalayıp özür dilermiş gibi boynunu büktü.
"Yok abi öyle değil. Yani hepsi bizim kanımız, canımız da... İnsan beş yılda da beş çocuk yapmaz sanki."
Bu sefer annesi de dahil herkes sinsi sinsi gülerken Azer ofladı.
"Ya ben nerden bileyim bizim ailede ikizlerin olduğunu oğlum? Kağan ve Ulaş'tan sonra bir kızımız olsa ne güzel olur dedik, sonra Alpaslan'la Ali dünyaya geldi. Allah'ın hakkı üçtür diyince de..." ve durup eliyle Ceylan'ın şıkırtılı küpeleriyle oynayan oğlunu gösterdi.