Çok rica ediyorum yorum yapın.
"Bir gününü versen bana, olmaz mı?"
Kadının onu duyduğuna emindi, ne de olsa arabada radyo açık değildi; yalnızca esen rüzgarın sesi duyuluyordu kapalı camlara çarpınca. Ama Karaca yanıt vermedi, göğsünde kavuşturduğu kollarıyla ön camdan dışarı bakmaya devam etti sadece.
"Hadi ama Karaca, canını istemiyorum ki. Biraz zamanını istiyorum senden. Ne kaybedersin?"
Karaca bu sefer şaşkınlıkla ona döndü. Ama Azer kadın ona gözlerini dikince bunun şaşkınlık değil hayret olduğunu anladı hızla. Şimdi Karaca'nın canını yakacak bir şey söyleyeceğini de biliyordu. Aradan yıllar geçmişti ama kadın pek değişmemişti belli ki, hala canı yanar yanmaz karşı tarafı da ısırmaya çalışıyordu. Kendisi kanıyorsa, illa ki karşısındakini de kanatacaktı.
Bunu açık açık söylese Karaca'nın saniyesinde arabayı terk edeceğini biliyordu ama kadının bu kadar açık olmasını da seviyordu. Karaca'nın duvarları yoktu, içinde ne varsa dışında da öyle davranıyordu kadın. Nahiflikten nasibini almamıştı, ama Azer bunu daha az umursayamazdı. Kendisi yıllar önce karanlık bir kuyunun dibindeyken kafasını kaldırmasının sebebi bu halleriydi Karaca'nın. Hiç tanımadığı biriydi, hiç alışık olmadığı gibi davranıyordu. Şehri terk ettikten sonra da onun gibisini bulamamıştı. Ömrünün geri kalanını diyar diyar gezerek dolaşsa da bulamayacaktı.
"Ben seni düşünerek yıllarımı geçirdim. Ömrümden dört yıl gitti, sen bana bir gününü veremiyor musun?"
Kurduğu fazla cüretkar cümleyle yüzüne bir tokat bekledi, ama Karaca öfkeden hızlanan nefesiyle ona bakmakla yetindi. Kadının gözlerinde parıldayan öfkeyi görüyordu, hatta kendisine vursun bile istedi kısa bir süre. Vursun, bir şey yapsın! Kızın öfkesi bile bir umut ışığıydı onun gözünde.
"Ben var ya, şu arabaya bindiğim için kendi aklıma sıçayım!" dedi Karaca kafasını iki yana sallayıp. Azer'in onu durdurmasına izin vermeden hızla kapıyı açıp inerken, adam şaşkınlığını hızla attı üzerinden ve arkasından fırladı arabadan.
"Bir dur!" dediğinde Karaca elindeki çantayı yere fırlattı ve adama döndü.
"Kes ulan sesini!" derken avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Etrafları boştu, toplanacak kimse yoktu en azından.
"Yok dört yıldır beni düşünüyormuş, yok ömründen ömür gitmişmiş... Sen benimle taşak mı geçiyorsun Azer?"
Azer gözlerini kırpıştırıp ona bakarken, adama beklemediği bir darbe vurduğunu anladı Karaca. Bu vakte kadar iyi bile dayanmıştı. Karşısında yüzsüzce duran adamı görür görmez kapıyı suratına çarpmalı, tekrar kapısına dayanırsa da bir yumruk savurmalıydı. Azer cebinde her zaman bahaneler taşırdı, Karaca ne kadar açıksa o da o kadar kapalı ve planlıydı. Tam da bu yüzden iyi olmuştu hayatından çıktığı, kalbini açacak kadar cesur olmayan bir adamla olmak kendisine hakaret etmekti çünkü.
"Sana benimle gel dedim-"
Azer'in kendini savunmaya başlamasına mutluluktan uzak, öfkeli bir kahkahayla karşılık verdi. İstemsizce işaret parmağını doğrultup ona baktı.
"Bal gibi de biliyordun gelemeyeceğimi. Gel dedin, kendi vicdanın rahat etsin diye! Bir gün olur da karşılaşırsak, senden nefret etmeyeyim diye!"
Haklı olduğunu anlamak için Azer'in yere çevrilen gözlerine ihtiyacı yoktu, kalbinde biliyordu zaten bunu. Birinin hayatının vazgeçilmezi olmak isterken, bu adam rahatça valizini hazırlayıp gitmişti. Bir gece sessizce yok olsaydı ona bile razıydı Karaca, gözüne soka soka gidişini unutamamıştı çünkü hala.
"Ne yapacaktım? Bilmiyordun sanki bu adamın bana neler çektirdiğini!"
Azer'in yükselen sesinde gerçekten acı duyduğunda bir saniyeliğine duraksadı. Biliyordu, bal gibi biliyordu. Babasının ona çektirdiklerinin şahidi olmuştu yıllarca. Azer babasından dayak yediğinde, kırılmış gururuyla ona gelmişti. Eski evin arkasındaki kırık bankta otururken Karaca'nın kollarında dinlenmişti. Erkeklik gururunu yok eden, ona köpek gibi davranan babasının olduğu eve geri dönebilmek için gereken gücü Karaca'nın ona sıkıca sarılırken kulağına fısıldadıklarından almıştı.
Şimdi, hiç beklemediği şekilde karşısında dikilen adamın dolu gözlerine baktı. Azer aradan geçen yıllarda belki biraz uzamış, fiziken de değişmişti ama gözlerine bakan hala aynı oğlan çocuğu gibiydi. Bu, Karaca'nın en zayıf noktasıydı ve tekrar bu adam tarafından vurulmak istemiyordu.
"Yeter." dedi Karaca gözlerini ondan kaçırırken. Tam olarak neyi durdurmak istediğini de bilmiyordu; yalnızca Azer'in susmasını mı istemişti, yoksa beynindeki düşünceleri mi durdurmaya çalışıyordu?
"Bana bu kadar öfkeli bakıyorsun ya..." dedi Azer kısık bir sesle. Kadın onu görmemek için yan dönmüş, çalıları izliyordu sessizce.
"Bilmek istiyorsan diye diyorum, gittiğim hiçbir yer bana iyi gelmedi."
Sözleri tekrar sessizlikle karşılandı, Karaca tıpkı arabadaki gibi davranıyordu. Azer yokmuş gibi, sesini duymuyormuş gibi.
"Yorgunum. Öyle bir yorgunum ki yıllardır geçmedi."
Azer artık birine bir şey anlatıyor gibi değil de, kendi kendine konuşuyor gibiydi. Karaca gitmek istese onu durduramayacağını bildiğinden yere çöktü sessizce. Bir yandan kadının gitmemesi için yalvarıyordu içinden.
"Bu adam olmayı istemiyorum Karaca."
Kadın gözlerini kapatıp sertçe yutkunduğunda, yine gidemediği için kendine lanet etti. Kendine öfkesinden alt dudağını ısırdı ama ayakları yere çakılı gibiydi. Adama olan öfkesi dinmiyordu, onu parçalamak istiyordu hatta. Ama gidemiyordu.
Sesini çıkartmadan aynı Azer gibi yere oturdu yavaşça. Ona doğru dönmeye tenezzül etmedi, ama buradaydı işte, dinliyordu.
"Kim olmak istiyorsun diye sorsalar, onu da bilmiyorum... Sevmeyi bilmiyorum, savaşmayı bilmiyorum."
Sessizleştiğinde, Karaca kafasını ona doğru çevirdi. Ama Azer kendi düşüncelerine öyle dalmıştı ki, fark etmedi bile.
"Küçükken de böyleydi. Sana seni sevdiğimi, sana minnettar olduğumu göstermek isterdim. Ama yapamazdım, bilmiyordum. Hala da bilmiyorum."
Aniden kafasını yana çevirince göz göze geldiler ve nefesinin kesildiğini hissetti Karaca. Azer ise dikkatle ona bakıyordu.
"Seni tekrar kazanmak için savaşmam gerekiyor, ama ben bundan bile aciz bir adamım."
Gözlerine dolan yaşların fark edilmemesi için gözlerini kapatıp elleriyle yüzünü ovuşturdu Karaca. Hiç yoktan çıkmıştı ortaya Azer. Güneşli bir havada aniden yağmaya başlayan yağmur gibiydi. Beklenmedik bir fırtına gibiydi ve Karaca'yı alt üst ediyordu.
Savaşmayı ona öğretemezdi. Bir insan nasıl sevilir, bunu anlatamazdı. Azer bütün duvarlarını yıkmış karşısında otururken ona gidip sarılmak istedi, ama atacağı bu adımın onu yıllar öncesine götüreceğini biliyordu. Gidişiyle kendini toparlamak için çok çaba sarf etmişti ve adama dokunduğu saniye zar zor kapattığı yaralar yeniden açılacaktı.
Dakikalarca sessiz kaldılar. Ortada söylenecek çok fazla şey vardı ama ikisi de cesaret edemedi konuşmaya. Bunun yerine serin esen rüzgarda ayrı ayrı üşüdüler bir süre. En sonunda, başını dayadığı dizlerinden kaldırmadan konuştu Karaca.
"Dinlensen, geçer mi?"
Azer çatılan kaşlarıyla ne dediğini düşündü kızın, sonra anladı. Yoruldum, demişti. O kadar yorgunum ki, ne yaparsam yapayım geçmiyor...
"Kollarında, evet."
Kurduğu cümleyle Karaca'nın kalkıp gitmesini bekledi. Yaptığının yalnızca kadını daha zor durumda bıraktığının farkındaydı.
Sizce geçmişte ne oldu? Alayım tahminleri...