POV: Nezarethaneden çıktıktan sonra eve geliyorlar. Birkaç saat sohbet ettikten sonra Karaca, Azer'i gece rahat bırakmıyor.
Dünyanın en saçma POV'unu verdim ama neyse. Okuyunca anlayacaksınız sebebini :) Bu arada 2000 kelime yazmışım, çok uzundur böyle yazmıyordum. Ha bir de şey, bölüm biraz +18 gibi ama sandığınız sebeplerden değil. Ben korku filmlerine ve hikayelerine bayılırım, o yüzden bence önemli bir şey yok ama rahatsız olabileceğiniz bazı kısımlar vardır belki, haberiniz olsun.
Yılmaz, Azer'le beni nezarethaneden çıkarttığında hızlı hızlı arabaya yürüyüp yolculuk boyunca arka koltuğa sinmiş, eve gelir gelmez de koşarcasına inmiştim.
Azer Kurtuluş'la 10 dakikadan fazla vakit geçirmeyi bünyem kaldırmıyordu belli ki.
Kimseyle muhattap olmamak için odama çıkıp uyumayı planlamıştım, ama zerre uykum yoktu. On fincan kahve içmiş gibi yerimde 10.defa döndüğümde, direnmeyi bıraktım. Temiz hava ve soğuk uykumu getirir düşüncesiyle pijamalarımı bir koyu yeşil eşofman takımıyla değiştirdim. Kapşonu kafama geçirip aşağı indim sessiz olmaya çalışarak. Yeterince olaya sebep olmuştum bugün, insanlar en azından sakince uyumayı hak ediyorlardı.
"Hayat da beni hep sana çarpıyor bu sıralar."
Azer kinayeli bir sesle sandalyeyi yanıma çekip otururken göz ucuyla gelmesini beklediğim Yılmaz'a baktım.
"Kimini de yerden yere... Dua et şansın dönmesin."
Azer'e verdiğim yanıtla yan taraftan sessizce güldüğünü görünce sırtımdaki şala daha da sarıldım.
"Ne yapıyorsunuz siz burada?" dedi kardeşinin tepsiyle getirdiği çaylara bakarken. Ona yanıt vermek yerine uzanıp tepsiden bir çay aldım ve Yılmaz'a teşekkür ettim.
"Abim, bak sana da çay koydum. Bizi de uyku tutmadı Karaca'yla da sohbet ediyorduk."
Azer kaşlarını kaldırıp kardeşine baktı. Ne düşündüğünü bilmek istiyordum ama bir şey demeden önünde duran çaydan höpürdeterek bir yudum aldı.
"Bir şeyler anlatıyordun hararetli hararetli. Anlat bakalım ben de duyayım." dedi arkasına yaslanırken. Yılmaz, abisinin gelişiyle daha da keyiflenmiş gibi ellerini birbirine vurdu.
"Abim Karaca'yla birbirimize hikaye anlatıyorduk. Ben de tam şeyi hatırlamaya çalışıyordum hatta, şu bizim köyde Savaş cin gördüydü ya-"
Azer suratını ekşitip tek elini kaldırdı kardeşine doğru.
"Lan saçma sapan hikayelerle uykunuzu daha da kaçıracaksınız. Ne cini ne şeytanı oğlum?"
Yerimde oturup üzerimdeki şala daha da sıkı sarınırken Yılmaz daha da heyecanla yerinde kıpırdandı. Hafif bir rüzgar estiğinde derin bir nefes aldım, korku hikayelerini dinlemeyi hiç sevmezdim ve küçüklüğümden beri Akın beni bunlarla korkuturdu. Bir keresinde bahçelerde dolaşıp çocukları sepetine atan 'Dunganga'yı anlatmıştı bana ve bir ay boyunca geceleri uyuyamamıştım.
Azer istifini bozmadan masada duran Yılmaz'ın paketine uzanıp içinden bir tane çıkarttı. Sol elini rüzgardan siper edip arkasına yaslandı ve derin bir nefes aldı.
"Sen anlatıyorsun böyle de..." dedikten sonra susup kafasıyla beni işaret etti. Korkacağımı ima edermiş gibi ukala bakışına iyice sinirlenip sandalyede yerime yerleştim.
"Ben kolay kolay korkmam." dedim çenemi dikleştirerek. Ki bu, koca bir yalandı. Bu gece uykusuz kalacağımı anlamıştım çoktan ama Azer'in diline düşmek yerine uykusuzluğu tercih ederdim.