'Ben mi sevmedim seni'-4

615 53 62
                                    

İstediniz, geldi. Ama ne kadar okumak istediğinize pek emin değilim. Yine de, bu hikayenin birilerine şifa olmasını istiyorum. Hak ettiği sevgiyi görmeyenlere ve hak ettiği hayat ona çok görülen herkese...


Kucağında tuttuğu bebeğin bütün bedenini yakmasını bekledi, ama kucağında mırıldanmak dışında hiçbir şey yapmadı bebek. Beyni durmuş, zaman da kendini sıfırlamış gibi bakıyordu bebeğe. Bu eve girmemesi gerektiği, kafasına şimdi dank etmişti.

Akşın'ın evde olmadığını bile bile girmişti eve. Babaannesi onu içeri almış, annesi yıllar sonra onu sarıp sarmalamıştı. Burada yokken onun varolduğunu unutan herkes şimdi 'hoşgeldin' diyordu ona. Oysa Karaca biliyordu, bin yıl daha adımını atmasa bu eve kimsenin umrunda olmazdı gelmeyişi.

Yine de içeri girmişti, yine de yeğenini kucağına almıştı. Bir zamanlar aşık olduğu adamın ve kız kardeşi olarak gördüğü kadının çocuğunu. Artık Azer'e aşık olmadığını düşünüyordu, belki de haklıydı. Bir zamanlar ne hissediyorsa sıfırlanmıştı bütün hisler. Zaten insan bu kadar acı çekerken başka his yaşayamazdı ki. Bütün acılarını sıfırdan başlatan, kollarına sert cisimlerle izler kazıtan ve nefes borusunu böyle daraltan birine karşı öfke ve hayal kırıklığından başka hiçbir cümle beslenmemeliydi.

Bu bebeğe bakarak yıllarını geçirebilirdi Karaca. Yalnızca ufak bir bebeği izlemiyordu çünkü, kendi küçüklüğünü de kollarında tutuyor gibiydi. Aklında aynı üç cümleyi tekrarlıyordu sürekli. Toka, kitap ve uçurtma.

Toka, kitap ve uçurtma.

Akşın'ın annesinin özenle taradığı saçları izlerken, kendi darmadağınık saçlarına ağlayışıyla başlıyordu her şey. Sonra dedesinin ona verdiği toka geliyordu gözlerinin önüne. Bir tek toka vermişlerdi ona. Sevilmeyen bir çocuğun bütün dertlerini çözmeye yetecekmiş gibi bir toka verip avunmasını beklemişlerdi. Aslında çözebileceğine de inanmıştı Karaca. O kadar çaresizdi ki, bir tane firketeden ümit bulmuştu. Yine de başarısızlıkla sonuçlanmıştı bu.

Sonrasında Akın'ın kitabı geliyordu gözlerinin önüne. Babasının, abisiyle paylaştığı bir anıydı bu. Oysa Selim Koçovalı geceleri kızının odasına gelmez, ona masal okumazdı. Akın yıllar boyu sevilmediğini iddia edip durmuştu ama Karaca onun bir anısına bile özenir haldeydi ve yine de sesini çıkartmamıştı. Kimse, ona geceleri kitap okuyacak kadar vakit ayırmamıştı mesela. Akın, ona kıyasla ilgiyle büyümüş bir çocuktu. Yine de ne kadar isyankar olduğu geldi aklına kardeşinin. O, her şeye muhtaç ve aç bırakılmışken, kendisine verilenlerle de yetinmemişti Akın.

En sonunda aklına uçurtma geliyordu. Kız kardeşi gibi gördüğü kuzeniyle aynı kaderi yaşarken; ikisi de aynı odaya tıkılmışken birinin hayatı değişmişti. Celasun, Çukur'un gençlerinden biri, Akşın'ı seçmişti mesela. Karaca'ya tımarhanede gibi hissettiren günler Akşın için heyecanla geçmişti. Pencerelerinden gördükleri uçurtma ikisini de heyecanlandırırdı ama Karaca işin özünde biliyordu, kendi heyecanlanmaya hakkı yoktu. Ona özel değildi, o istenmiyordu. Yine bu evden başka biri seçilmişti ve o kişi yine kendisi değildi.

Sevilmemeye alışmak çok zordu.

Özel olmadığına alışmak canını yakıyordu.

Tıpkı umutlarını kaybetmesine rağmen, umut edemiyor olmanın da canını yakması gibi.

Neticede bütün Samanyolu Galaksi'sine bağırabilirdi yalnızlığını, her dili öğrenip her dilde haykırabilirdi 'neden?' diye ama bir işe yaramayacaktı. Bunu anladığından beridir her şey farklıydı zaten, o günden beri de dudakları gülümsemek için yukarı kıvrılmıyordu.

AzKar HikayeleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin