Oturduğum terasta çayımı içerken bir yandan oğlumu kucağımda sallıyordum. Daha yeni uyanmıştı ama yine uyuyacak gibi duruyordu. Azer de öyleydi, top patlasa uyanmaz; bulduğu her boşlukta da kestirirdi zaten.
"Kız Karaca!"
Sesin geldiği yöne kafamı çevirince bahçeye giren Tülay Teyze'yi gördüm ve gülümseyip el salladım onca. Elinde büyük bir tabakla yanıma gelirken yine tatlı yaptığını anlamıştım. Annesinin keyfi yerinde olursa, oğlunun da olur diyip duruyor; ihtiyacım olmasa da getiriyordu bir şeyler.
Azer üç aylık olmuştu ve ben her geçen gün onu biraz daha fazla sevdiğime yemin edebilirdim.
"Azer, bak kim geldi!" dedim gülümseyerek fısıldarken. Aynı babası gibi olan boncuk gözlerini açıp bana bakınca suratımdaki sırıtış daha da büyüdü.
"Size kurabiye yaptım."
Tülay Teyze'nin gelişiyle oturması için işaret ettim yanıma ama kafasını iki yana salladı.
"Eczaneye gideceğim, ihtiyacınız var mı bir şeye diye sormak için uğradım kızım."
Bu mahallenin bana bu kadar iyi geleceğini tahmin etmiyordum. Keşke Çukur'da değil de, burada doğsaymışım diye düşünürken buluyordum kendimi hatta. O zamanlar Azer benden birkaç yaş büyük olurdu, daha yeni yeni racon kesmeye başlamış olurdu herhalde... Bu durumda birçok mahalleli kızın, ben de dahil, platonik aşkı olacağının da farkındaydım. Farklı şartlar altında tanışsak ne olurdu acaba?
Azer'in böyle paramparça olmasına izin vermeyecektim, orası kesindi. Bir şekilde elini ayağını bu işlerden çekmesini sağlardım. Hiç sözümü dinlemezse de ne yapayım, onunla beraber girerdim çatapata. Yine de şimdi burada olurdu. Ben doğum yaparken yanımda olurdu, aşerdiğimde paniğe kapılıp gecenin bir vakti meyve arardı... Oğlum ilk ateşlendiğinde kalpten gidecek hale gelmezdim, beni kesin sakinleştirirdi.
Ama o zaman kollarımda uyuklayan minik bebeğim olmazdı. Sırf o yüzden, olan her şey kabülümdü. Çok kez canım yanmıştı ama hiçbir şeyi bu bakışlara değişmezdim.
"Sağol Tülay Teyzem, bir sıkıntım yok. Azer de uyuklamaya başladı zaten, onu yatırayım. Evi falan toparlarım ben de."
Tülay Teyze'yi yolcu ettikten sonra odamıza doğru yürüdüm. Azer hala babasının eski odasında kalıyordu benimle birlikte. Ona ayrı bir oda yapma fikri çok cazipti, ama yine de yanımdan ayırmak istemiyordum.
"Benden bıkana kadar, benimlesin annecim." dedim uzanıp burnundan öperken. Bu hareketim hoşuna gitmiş gibi gülünce ben de güldüm.
"Senin hoşuna mı gitti bu? O zaman yine öperim! Hep öperim!" dedim ve kollarından yüzüne kadar öpmeye başladım. Azer bana o mükemmel kahkahalarıyla gülerken, birlikte odama doğru ilerledik.
Azer
Önünde durduğum ev, benim hayatımdı.
Önceleri bu ev yalnızca bir gece konduydu. Parayı bulduğumda yıktırıp yeniden bir ev inşa ettirmiştim ailem için. Ama bahçe aynı bahçeydi.
Mesela sağ köşede duran büyük elma ağacı, Seyhan'ın ilk adımlarını attığı yerdi. Aynı zamanda Yılmaz meyve toplamaya çalışırken daldan düşüp ayağını kırdı diye onu dövdüğüm yerdi. Savaş'ın ısrarlarıyla yaptığımız mangallar aile yemeklerinden mahalle toplaşmalarına dönerdi, o kocaman masa o yüzden tam sol tarafındaydı ağacın. Sol taraftaki incir ağacının arkasında saklanmıştı bir kere Ceylan; dakikalarca nefesim sıkışarak aramıştım onu. Ve annem, eve her geldiğimde beni terastaki sandalyesinde karşılardı.