Yarın sınava girecek herkese başarılar. Geçen yıl YKS döneminde yine bölüm yayınlamıştım, o zaman söylediğimi yine söylüyorum: bu, hayatınızın dönüm noktası falan değil. Bu sınav, hayatınızın geri kalanını inanın tanımlamayacak; başkaları aksini iddia etse de.
Minnoş bir bölümle geldim ki içiniz daralmasın, ısınsın.
POV: Çukur'dan ve karakterlerin geçmişlerinden tamamen bağımsızdır. 12 yaşından beri tanışıyorlar. Hikaye Karaca'nın kaçırıldıktan sonra Azer tarafından bulunmasıyla başlar.
"Bilmiyor musun senin saçının teli kopsa benim canım yanar, nasıl kıymalarına izin verebilirdim ki ben sana?"
Sözcükler adamın ağzından dökülürken, Karaca duyduğuyla şaşırıyor. Şaşkınlığı sözlere değil halbuki, Azer'in onu ne kadar sevdiğini biliyor. Ses tonu şaşırtıyor adamın, bu kadar aciz ve çaresiz duymayı beklemiyor çünkü bu karteli. Ama Azer her şeyiyle farklı; Karaca'nın hayatına bahar getirmeyi başardı o adam, bu bile yeterli kadına.
"Canımı yakmadılar." diyor istemsizce. Bu koca bir yalan. Canı çok yandı Karaca'nın, anlatabileceğinden çok. Saçlarından sürükleyip kaçırırlarken de yandı, konuşması için döverlerken de. Yine de Azer'in bunları bilmesini istemiyor. Karşısında kendi ailesi olsa, onların gözlerine sokmak ister incindiğini. Ama Azer'in gözleri öyle bir bakıyor ki, kendi acılarının bu adamın rüyalarına girmesini istemiyor. Azer tümüyle Karaca'nın, her şeyiyle, aldığı her nefesle ona ait. Belli ki geceleri de gündüzleri de onu düşünerek geçiyor. Böyle bir adama, canının yandığını anlatamaz Karaca.
Azer Kurtuluş, sevilmemiş bir kadını sevecek kadar büyük bir yüreğe sahip. Onun sınanmaya ya da zorlanmaya ihtiyacı yok.
"Bir şey koklattılar bana, sonra bayıldım ben. Hiçbirini hissetmedim bunların." diyor Karaca en inandırıcı sesiyle, bir yandan yaralarını gösterirken. Azer'in daha fazla üzülmesini kaldıramayacak gibi. Hayatında onu düşünüp onun için üzülen yalnızca bir adam var; o da öyle bir adam ki Karaca onu daha fazla incitmek istemiyor.
Azer'in gözleri ağır ağır morarmış ve kızarmış bedenini incelerken adamın kendisine inanıp inanmadığını sorguluyor bir yandan. Derin bir nefes alıyor adam, tek elini kaldırıp yaralara dokunmak için hamle yapıyor ancak elleri öyle kötü titriyor ki hemen geri indiriyor. Buna da dayanamıyor Karaca.
"Yapma böyle Azer, bu ilk değil ya."
Cümle ağzından çıkar çıkmaz dudaklarını birbirine bastırıyor hemen. Bunu söylemeyecekti, neden böyle konuştu ki! Azer'den sakladığı karanlık bir geçmişi yok aslında Karaca'nın. Azer o karanlık geçmişe dahil, onun bir parçası. İkisi de yaralı çocuklarken tanıştılar, birbirlerinin yaralarını sardılar defalarca.
Yine de eski günleri anmayı sevmiyor ikisi de. Tanıştıkları anı birkaç kez anlattılar yakın arkadaşlarına, o kadar. Karaca kalabalık masada Azer'in arkasına yaslanıp yüzünde bir gülümsemeyle anlattığı hikayeyi hatırlıyor sonra.
"O zamanlar burnumuzdan sümük akıyor, üstümüz başımız leş gibi! Sokak çocuğuyuz zaten, ama yine de sokakta görsen başını okşamaktan erinirsin. Öyle beter durumdayız. Güya devlet bakıyor bize de, onca çocuğa nasıl yetişsinler!"
Aslında çok hüzünlü bir hikaye olabilir bu, hatta masada oturan arkadaşları da birbirlerine bakıyorlar nasıl tepki vermeleri gerektiğini düşünür gibi. Ama Azer konuşurken öyle keyifli anlatıyor ki, Karaca da aynı şekilde parıldayan gülümsemesiyle onu dinliyor. Onlar da Azer gibi gülmeye başlıyorlar hikayeye. Belli ki yapayalnız ve sokağa terk edilmiş çocuklar olsalar da, bunun acısını yaşamak istemiyorlar bu akşam.