Öfke-2

636 62 40
                                    

Okurken satır arası yorum yaparsanız çok sevinirim. Devamı gelsin isterseniz de yazın lütfen. 

Bir de bölüm öncesi tahminleri alayım, kim kimin kapısına gider ve nasıl özür diler sizce?

:)

Karaca

İki gündür evden çıkmamış, gün içerisinde de yalnızca tuvalete gitmek için yatağımdan kalkmıştım. Yemek yemiyordum, canım istemiyordu. Azer'in evinden kapıyı çarpıp çıktıktan sonra kendime bir karton sigara almam iyi olmuştu. Vücuduma yalnızca sigara dumanı ve arada sırada su girerken tüm gün öylece müzik dinleyip yatakta cenin pozisyonu alıp yatıyordum. 

İki gün önce eve geldiğimde, kapıyı kapatır kapatmaz dibine çöküp yol boyunca içime attığım hıçkırıklarımı serbest bırakmıştım. O an yapacak başka bir şey yok gibi gelmişti, gerçi hala öyle geliyordu düşününce, ama Azer'den ayrılmak istemiyordum.

Cehenneme benzeyen hayatıma güneş gibi doğmuştu ve o kadar hızlı yaşama hevesim oluvermişti ki korkutuyordu bu beni. Yapmak istediğim son şey onu kırmak, kaldıramayacağım tek şey de onsuzlukla sınanmaktı. Ama kendim bile isteye ayrılmıştım ondan.

Söyledikleri aklıma geldikçe hala deliriyordum. Beni öyle bir ikilemde bırakmıştı ki kalkıp kapısına gidip özür dilemekle evdeki bütün eşyaları duvarlara fırlatıp kırmak arasındaydım sürekli. 

Nasıl bir his Karaca?

Etrafta kimse konuşmasa da, küçücük apartman dairesinde yapayalnız kalsam da beynimin içinden çıkmayı başaramıyordum bir türlü. Benim hapishanem kafamın içindeydi, doğumdan ölüme kadar da böyle gidecekti. Ama kaç yaşıma gelirsem geleyim, onu kontrol etmeyi başaramayacaktım. Bunu da çok iyi biliyordum.

Bok gibi bir histi. Azer'den ayrılmış olmak bok gibi bir histi. Beni saran sıcak ve güçlü kolların olmaması berbattı, saçlarıma sürtünen burnunu hissedememek canımı yakıyordu. Beni biraz bile üzgün görse hemen kollarını açıp çağıran adamı kaybetmiş olmak ise hayatımda yaptığım en büyük salaklıktı.

Seni saran, her şeyden koruyacakmış gibi sımsıkı tutan birinin olmaması nasıl bir his?

Asıl mesele herhangi birinin sarılması da değildi ki, o kolların Azer'e ait olmasıydı. Onun sıcak göğsüne başımı yaslayamıyor olmaktı. Ne zaman başımı koynuna yaslasam, nefes alış verişininkini benimkiyle ayarlardı. Biz aslında zaten tek bir kişiydik iki bedende yaşayan, ama Azer bizi bir hissettirmek için elinden geleni yapıyordu.

Konuşmana gerek kalmadan derdini anlayan, ne istediğini anlayan adamdan ayrıldın. Nasıl hissediyorsun şimdi?

Küçüklüğümden beri çok severdim 'güzelim' şeklinde hitap edilmesini. Bana kimse öyle hitap etmemişti elbette, ama ileride sevdiğim adamın bana böyle seslenmesini isterdim hep. Kendi kendime karar vermiştim, ona söyletecektim bunu. Oysa Azer'le çıkmaya başladığımızda arabaya biner binmez söylemişti bunu.

"Güzelim, hoş geldin. Aç mısın, yoksa direk sinemaya geçelim mi?"

O anki ses tonunu, parfümünün kokusunu, direksiyonu kavrayan ellerini o kadar net hatırlıyordum ki. Şaşırmıştım çünkü, Azer ondan gelecek neye ihtiyacım olduğunu her zaman bilmişti.

Ansızın karşıma bir buket çiçekle de çıkardı mesela. Özel bir gün, kötü bir gün ya da iyi bir haber için değil. Öylece, ansızın arkasından çıkarttığı sarı papatyalar olurdu. "Aklıma geldin." derdi. Ve ben, bu adamın evinin kapısını çarpıp çıkmıştım.

Kendi düşüncelerimde ve aklımın karanlık köşelerinde boğuşurken çalan kapıyla nefesim kesildi. Azer'in gelmiş olabileceği ihtimali kafama üşüştüyse de hızla defettim. Onu çok iyi tanıyordum. Böyle bir kavgadan sonra, asla gelmezdi. Onu kırmıştım, canını yakmıştım ve Azer Kurtuluş'un canı kolay kolay yanmazdı. Şimdi ne hissederse hissetsin, yine de kapıma gelmeyecekti.

AzKar HikayeleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin