Karaca, Fadik'in ona emanet ettiği yemeği dikkatle karıştırırken bir yandan kadının geri gelmesini bekliyordu. Kurtuluş evinde geçirdiği üçüncü haftasındaydı ve bu eve artık oldukça alışmıştı.
Alışamadığı şeylerden biri evin en büyük oğluydu ancak kendisi iki gündür hasta bir şekilde odasında yattığı için hayatı daha kolay bir yer haline gelmişti. Azer Kurtuluş oldukça huysuz bir hastaydı ve Fadik'in bu kadar yorulduğunu görmek Karaca'yı üzüyordu. Yine de adama yardımcı olmayı teklif etmemişti, en azından Fadik yaptığı çorbayı pişirmesi için Karaca'ya emanet edene kadar.
Çorbanın iyice ısındığını anlayıp altını kapatmasıyla telefonunun çalması bir oldu. Fadik oğlunun daha hızlı ayaklanması için bir şeyler almaya gitmişti aktardan ve hala dönmemişti.
"Fadik Teyze?" dedi Karaca telefonu kulağına götürürken.
"Karaca kızım, ben aradığım şeyi burada bulamadım da. Bir süre daha gelemeyeceğim, haber vereyim dedim."
Kadının nazik ses tonuna gülümseyerek karşılık verdi Karaca. Telefonu kapatmadan önce gözü az önce karıştırdığı tencereye takıldı.
"Çorba kaynamıştı ben de altını kapattım. Dolaba koyayım mı sen gelince ısıtırsın?" dediğinde Fadik duraksadı. Ardından biraz mahcup bir tonlamayla konuştu.
"Kızım sana zahmet olmazsa, Azer'e bir tabak götürebilir misin ondan? Sabah da hiçbir şey yemediydi, böyle aç açına ilaç almasın."
Karaca gözleri açılmış bir şekilde sessizce nefes aldı. Azer onun bu evde olmasına bile katlanamıyordu, odasına hayatta almazdı ki kızı. İçeri girse bile adam elinin tersiyle fırlatırdı herhalde çorbayı.
"Olur mu kızım?"
Fadik'in umut dolu sesiyle yenilmiş gibi omuzlarını indirdi.
"Tamam Fadik Teyze. Senin aklın kalmasın." dedi tadının kaçtığını belli edercesine. Telefonu kapattıktan sonra ellerini beline yerleştirdi ve merdivenlere baktı.
"İnşallah apır sapır konuşup cinlerimi tepeme çıkartmazsın Kurtuluş." dedi kendi kendine. Büyükçe bir kase çıkartıp çorbayı ona döktü ve bir tepsiye yerleştirdi. Dökmemeye dikkat ederek merdivenlere doğru yürürken içten içe Azer'in uyuyor olması için dua ediyordu. Adam uyanıksa onunla uğraşmadan durmayacaktı, hasta da olsa Azer Kurtuluş'un sözlerinden nasibini alacağına emindi Karaca.
Kapının önüne geldiğinde iki eli de tepsiyi tuttuğu için terliğiyle hafifçe vurdu kapıya. İçeriden ses gelmediğinde adamın uyuduğunu düşünüp dirseğiyle kapıyı açtı ve içeri girdi.
Azer yorganı burnuna kadar çekmiş, gözleri kapalı ve ter içinde yatıyordu. Karaca sıkkın bir şekilde adama baktı ve tepsiyi baş ucundaki komidine yerleştirdi. Geldiği gibi geri çıkacaktı ama adamın uyurken bile huzursuz olan görüntüsü onu durdurdu. Şimdi yapacağı hareketi üç hafta önce ona söyleseler hayatta inanmazdı, ama Fadik'e duyduğu sempati yüzünden uzanıp yorganı Azer'in üzerinden çekti.
"Ana?"
Azer'in mırıldanmasıyla yakalanmış gibi ellerini yukarı kaldırdı Karaca. Bu sırada Azer gözlerini kırpıştırıp kafasını ona doğru çevirdi. Karaca yorganı üzerinden çektiği saniye titremeye başlamıştı ve huysuz bir sesle konuştu.
"Senin ne işin var burada?"
Karaca gözlerini devirmemek için kendini zor tutsa da diline hakim olamadı.
"Uyurken seni izlemeye geldim." dediğinde Azer yattığı yerde dikleşti ve kıza ters bir bakış atıp yorgana uzandı.
"Hayır!" dedi Karaca da öne atılıp yorganı tutarken. İkisi de bu ani hareketi beklemiyormuş gibi şaşkınlıkla birbirlerine bakarken Karaca boğazını temizledi.