POV: Karaca, savaşı bitirmek için Azer'in evinde kalıyordur. Bir gün, Azer Kurtuluş'un evinin kapısına bir bebek bırakılır. (Kapıya bebek bırakma meselesini Ceren beybiden aldım, hak geçmesin :)
"Ne bu?"
Azer, kadının kollarında gördüğü küçük bedene bakarken kaşları olabildiğince çatılmıştı ve sesinin kükrer gibi çıkışına engel olamamıştı. Ama ses tonu Karaca'yı sıçratmak yerine yalnızca kaşlarını çatmasını sağladı ve adamın tam aksine bir tonda konuştu.
"Uyandıracaksın bebeği."
Her şey çok normalmiş gibi davranışı Azer'in sinirlerini bozarken, Karaca uzun ve düz siyah saçlarını kafasını iki yana sallayıp yüzünden çekmeye çalıştı ve koltuğun üzerinde duran bebek sepetine doğru yürüdü. Azer yalnızca dikildiği yerden dumura uğramış bir şekilde kızı izliyordu.
Büyük bir özenle bebeği yatırdıktan sonra Azer'e baktı Karaca. Adam hala bir yanıt beklercesine ona bakarken, Karaca başıyla bahçeyi işaret etti ve Azer'in tepkisini beklemeden dışarı yürüdü. Kendisiyle normalde göz göze gelmekten dahi kaçınan bu kızın şimdiki rahatlığına anlam veremiyordu Azer.
Bebek bir akrabalarının diye düşünmeye çalışsa, biliyordu ki Koçovalılar'ın bir doğum haberi olsaydı bu kulaktan kulağa yayılırdı. Karaca desen evi bırak odasından bile çıkmıyordu. Annesinin haberi olsa, oğlunu arayıp haber verirdi. Bu bebek kimindi ve neden Azer Kurtuluş'un evindeydi o zaman.
Karaca'nın arkasından öfkeli adımlarla çıksa da kız hala sakin bir şekilde onu bekliyordu.
"Sana bir soru sordum. Bu bebek kime ait?"
Karaca duyduğu soruyla kaşlarını kaldırıp baştan aşağı süzdü adamı. Bu vakte kadar hiç ortaya çıkartmadığı ya da Azer'in görmeyi reddettiği özgüveniyle karşısında otururken Azer kendini daha da rahatsız etti. Bir canavar olması gerekirken Karaca ondan yeterince korkmuyordu sanki, ve bunun yarattığı rahatsızlık anlatılabilecek gibi değildi.
"Onu sen söyleyeceksin bence."
Duyduğu cüretkar ifadeyle dilini kapalı dudaklarının ardında gezdirdi.
"Bana bak kızım, derin ne bilmiyorum ama o bebeği sahibine geri vereceksin. Benim evimde bebek falan olamaz!"
Karaca, duyduğu şeyi dikkatle dinlercesine ona baktı, ardından kafasını yana eğdi. Azer Kurtuluş, resmen duruşuyla ve cümleleriyle korkutmaya çalışıyordu Karaca'yı. Bu bebeğe zarar verebilecekmiş gibi, bebekler zararlı canlılarmış gibi tükürürcesine söylüyordu hepsini. O kötü kalpli bir canavarmış ve kulesinin önüne bir bebek bırakmışlar gibi.
"Git künyesine bak o zaman bebeğin." dedi Karaca sert bir sesle. Azer, çok komik bir şey duymuş gibi kahkaha attı.
"Ben onun yanına yaklaşmam! Sana, onu evimden çıkart dedim!"
Daha da öfkeli cümleler kurarak Karaca'yı sindirmeyi planlasa da, alaycı bakışlarla karşılaştı.
"Isırmaz seni, merak etme." dediğinde Azer ayakta durduğu yerden gözlerini ona dikerek bir adım daha yaklaştı sandalyede oturan bedene.
"Bence sen benim ısırabileceğimi unutuyorsun."
Karaca dudaklarını dişleyip kafasını salladı ve duruşunu düzeltti. Azer Kurtuluş bugün ekstra sinirliydi belli ki, her günkü gibi yalnızca huysuz değildi.
"Senin bebeğinmiş. Künyesinde senin adın yazıyor."
Azer gözlerini birkaç defa kırpıştırınca, Karaca adamın böyle bir şeyi nasıl beklemediğini yavaşça anladı. O anlamıştı ama, bu bebeğin annesinin neler çektiğini düşünmeyen Azer Kurtuluş'a daha da öfkelenmişti.