Sevilay Hanım'ın bilinci kapandığında savaş bir tökezlemişti. Herkes ne yapacağını bilemez halde bana bakarken "Pes edecek misiniz?" diye sordum.
"Eğer pes ederseniz affedilirsiniz ama savaşmaya devam etmek isterseniz sonunuz Sevilay Hanım'dan farklı olmaz!"
Hepsi silahlarını ellerinden yere bıraktığında tatmin okurcasına gülümsedim.
Sevilay Hanım'ın ortak noktaya geldiği komutana "Yanıma gelin." dedim.
Komutan hızla yanıma geldiğinde "Diğer dört ülkede Saklı kentlere saldırı düzenleyen orduların başındakileri ara." dedim.
"Savaş esnasında aramaları fark etmezler ki."
Alayla güldüm.
"İlla cesedini mi yollayayım onlara? He, ne diyorsun?"
"Ben hemen iletişim kuruyorum." diyerek telefonunu çıkardığında derin bir nefes aldım.
Kısa bir süre sonra telefonu bana uzattı ve "Hepsi telefonda." dedi.
Herkes duysun diye telefonu hoparlöre aldım ve konuşmaya başladım.
"Ben güneş gücünün element temsilcisi Alçin. Bizim savaş Sevilay Hanım'ın ölümü ile son buldu. Sizin de savaşı sonlandırmanızı talep ediyorum. Yoksa hepiniz öleceksiniz."
"Üç ülkede savaşı kazandık sayılır. Niye geri adım atalım?"
Net bir ses tonunda "Kendimi iyi ifade edemedim galiba. Ya ölürsünüz ya da anlaşmaya varılır." dedim.
"Aramızda konuşmak istiyorum." diyen bir kadın ile "Siz yarım dakika müddet veriyorum." dedim ve telefonu kapattım.
Yalçın bana bakarken gururlandığı belliydi.
Telefon çaldığında telefonu açtım ve "Kararınız ne?" diye sordum.
"Anlaşmaya varılacak."
"Saldırılarınızı geri çekin ve bu akşam dokuzda televizyon başında olun. Evrensel kanalda canlı yayın yapacağım. Orada anlaşmanın nasıl olacağını anlatacağım."
"Anlaşma için karşılıklı oturup karar vermemiz lazım." diyen adam ile kahkaha attım.
"Anlaşmadan kastım dediklerimi kabul etmeniz. Yoksa kaçarınız yok." dedim ve konuşmalarına izin vermeden telefonu kapattım.
Herkes bana bakarken "Zafer bizimdir." dedim.
Herkes sevinirken gözlerim dolmaya başlamıştı.
Uysal Bey'e baktım.
"Gidebilir miyim?"
"Git. Devamını ben hallederim."
Ne Yalçın'ın ne de Gökbay'ın yanına gittim. Koşarak morga gitmeye başladım. Oflaz'ı görmek istiyordum.
Şehir morguna geldiğimde içerideki görevliye "Oflaz nerede?" diye sordum.
"İlk odada. Diğer arkadaşların da orada."
Koşarak ilk odaya girdiğimde gördüğüm manzara ile dizlerimin üzerine düştüm.
Bu odada üç ceset olabilirdi ama ruhu ölen çok daha fazla insan vardı.
Yüzümü öne eğerken ağlamaya başladım.
"Çok geç kaldım. Sizi kurtaramadım."
Benim arkamdan içeri birilerinin girdiğini duyuyordum ama girenlere bakamadım.
Hıçkırarak ağlarken sırtımda bir el hissettim. Yalçın'dı bu.
Ona baktım.
Dolan gözlerle bana bakıyordu.
"Yalçın onları kaybettik." dedim.
"Öldüler."
Yalçın saçlarımdan öptükten sonra "Her ne olursa olsun hiçbiri seni böyle yerlerde görmek istemezlerdi." dedi.
Bana elini uzattığında elini tuttum ve ayağa kalktım.
Oflaz'a yaklaştım ve saçlarını geriye doğru attırarak okşadım.
"Hayatımı güzelleştirdiğin için teşekkür ederim kardeşim." dedim ve alnına bir buse kondurdum.
Oflaz'ın ben sevdim diye hep taktığı kolyesi yine boynundaydı.
Dikkatle boynundan kolyeyi çıkardım ve "Bu kolyeyi hep çalmak istemişimdir." dedim gülerek.
Dudağım titrerken "Artık çaldım ve hiç boynumdan çıkarmayacağıma emin olabilirsin." dedim.
Derin bir nefes alıp verdim ve Efkan ile Meva'ya baktım.
"Sadece bir aydır tanışıyoruz ama iyi ki tanışıyoruz." dedim ve dikkatlice Efkan'ın elini, Meva'nın elinin üzerine koydum.
"Siz arkadaş değilsiniz ve tüm olaylar bitti. Sevgili olun. Ölümün olmadığı sonsuz hayatta birlikte güzel anılar biriktirin."
Derin bir nefes aldım ve Dilaylara baktım. Hepsi ufaktan ağlıyordu.
"Geride biz mi kaldık?" diye sordum.
"Öyle görünüyor." dedi Dilay.
Yalçın bir şey diyecekken dışarıdan gelen patlama sesi ile tüm yer sarsıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güneş Parlarken
FantasyHer sene yirmi yaşını dolduran gençler element ormanında kendilerini simgeleyen elementin işaretlerini bulup güç elde etmek için mücadeleye girer. Sınırlı sayıda ormanın ürettiği elementleri bitmeden bulanlar güçlerini öğrenmek için ülkenin en büy...