Kız yanıma yaklaşıp elimi tuttuğunda çırpınamıyordum bile.
Elime bir taş bırakırken "Ben Hale. Güneş gücümü, Alçin'e devrediyorum ve onun bu taşa sahip çıkacağına yemin ediyorum." dedi.
Elini, elimden çektiğinde elime baktım. Kırmızı ve beyaz renklerinin bulunduğu bir taştı.
Üzerimdeki buzlar eridiğinde korkuyla "Güneş gücü ne?" diye sordum.
"Birkaç saat içinde kendini hasta hissedeceksin. Sonra gücün, vücudunla birleşecek. Yarın sabah sekizde yine buraya gel, sana her şeyi anlatacağım." dedi Yalçın.
"Gücü kabul ettiğime dair yemin etmedim ki." dedim.
"Elementlerde olduğu gibi yemine gerek yok. Sana devreden kişi yemin etsin yeter." dedi Hale.
"Bunu zorla yaptınız, cezasız kalmayacak." dedim.
Yalçın ofladı.
"Yarın sabah buraya geldiğinde sana kanıtlarıyla birlikte her şeyi anlatırım. O zaman haklı olduğumuzu bileceksin."
Tabii ki yarın sabah buraya gelmeyeceğim.
Enayi değilim.
"Bu güçten kimseye bahsetme, yoksa başın derde girer." diyen Hale'ye "Ne diyorsun sen?" diye sordum.
"Sadece bizi dinle."
Yakınlarda insanları sesleri duyulmaya başladığında Yalçın, "Dediklerimi unutma." dedi ve Hale'yi alıp gitti.
Az önce ne yaşamıştım?
Elimdeki taş, ateş elementi taşı ile hava elementi taşının birleşiminden oluşmuş gibiydi.
Oflaz'ın yanına gitmeliyim.
Koşarak kutlamanın olduğu salona gitmeye başladım.
Taşı elimde sıkı sıkı tutuyordum.
Yaklaşık bir saat sonra salona geldiğimde nefes nefese kalmıştım.
Salonun kapısındaki iki koruma bana baktı ve aralarından biri "İsmin ne?" diye sordu.
"Toprak elementi soyundan Oflaz'ın misafiriyim." dedim.
"İçeri geçebilirsin."
Kapıyı açtıklarında hızla içeri daldım. Gözüm Oflaz'ı arıyordu.
Onu gördüğümde birkaç arkadaşı ile eğleniyordu. Aralarından biri Meva'ydı.
Yanına doğru yürürken burnumdan akan sıcak bir sıvı hissettim.
Elimi burnuma götürdüğümde bu sıvının kan olduğunu fark ettim.
Yalçın'ın dediği gibi kendimi hasta hissetmeye başlamıştım.
Elimi burnumun altında tutarak Oflaz'ın yanına vardım. Onun yanına gidene kadar birçok insanın dikkatini çekmiştim.
"Alçin!" diye korkuyla bağıran Oflaz'a baktım.
Onun bağırışı ile daha çok insanın dikkatini çekmiştik.
Masadan hızla peçete alıp burnuma tutarken "Ne oldu sana?" diye sordu.
Herkesin içinde bu konuyu açmak doğru muydu?
"Yalnız kalmalıyız." dedim.
Oflaz, "Tabii konuşalım." derken yanımıza gelen Gökbay, "Ne oluyor?" diye sordu.
Cevap vermeye fırsat vermeden ağzıma gelen kan tadıyla dayanamayarak yere tükürdüm.
Ağzımdan da kan akmasıyla herkes daha da korkmuştu.
Dudaklarımın kuruduğunu hissediyordum. Sanki bu soğuk havada içimde güneş açmıştı.
Gökbay, "Şifacıların yanına gidelim." dediğinde "Olmaz." dedim.
Yalçın işin tehlikesinden bahsetmişti. Belki şifacılar ne olduğunu anlayıp bana zarar verirdi.
Daha yetkili biriyle konuşmam gerekiyor.
Mesela Sevilay Hanım ile konuşabilirim ya da Mirsad Bey ile. Onlar bana yardım edebilirdi.
"Saçmalama. Şifacıların yanına gidiyoruz." diyen Oflaz'a "Beni dinle." dedim.
Konuşmaya devam edemeden dengemi kaybedince Gökbay, "Sikerim senin sözlerini." dedi ve bir elini sırtıma getirdi.
Hafif eğilip diğer elini dizlerimin altına getirdiğinde zorlanmadan beni kucağına aldı.
Kan kusmaya devam ederken gözlerim de kapanıyordu.
Kendimi tutuyordum.
Bilgili birinin yanına gidip ona olanları anlatmam lazım.
"Lan sakın gözlerini kapatayım deme." diyen Gökbay'ın ardından Oflaz, "Alçin dayan biraz." dedi.
Elimde sıkıca tuttuğum taşın güçlerinin bedenime girdiğini hissediyordum.
Taşı daha da sıkı tutmaya başladım.
Salondan çıktığımızda Gökbay'ın koşaradım şifacıların yanına gittiğini görebiliyordum.
Gözlerim kapanırken "Güç." diye mırıldanabildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güneş Parlarken
FantasyHer sene yirmi yaşını dolduran gençler element ormanında kendilerini simgeleyen elementin işaretlerini bulup güç elde etmek için mücadeleye girer. Sınırlı sayıda ormanın ürettiği elementleri bitmeden bulanlar güçlerini öğrenmek için ülkenin en büy...