İntihar

1.6K 198 80
                                    

Pikniğe geldiğimizde gülüşerek hazırlığımızı yapmıştık. Serdiğimiz örtünün üzerine otururken gelmeyen Dilay ve Gökbay'ı merak etmeye başlamıştım.

"Dilaylar ne zaman gelir?" diye sordum.

Meva, "Ben Dilay ile konuştum. Gökbay'ı alıp gelecekmiş." dediğinde gülümsedim.

"Bence ikisi yakın zamanda yakınlaşmaya başlar." dedim.

Yalçın, "Büyük ihtimalle öyle olur. Dilay da artık Gökbay'a karşı boş değil." dedi.

"Az durun, Gökbay bir kendine gelsin." diyen Oflaz ile "Elimizden geleni yapıyoruz. İyi hissetmeye başlamaz mı?" diye sordum.

Efkan, "Bence hisseder." derken Oflaz, "Şüpheli." dedi.

Yalçın'ın telefonu çalmaya başladığında Yalçın telefonunu çıkardı ve gülerek "Dilay arıyor. İyi insan lafının üzerine gelirmiş." dedi.

Telefonu açıp kulağına götürdüğünde yüz ifadesi anında soldu.

"Gökbay..."

Dilay'dan Kısa Bir Süre Öncesine

Gökbay'ın kapısında dikilirken kapıyı bir kez daha tıktıkladım.

Elim zaten poşetlerden dolayı doluydu. Bir de bu kapıyı açmıyordu.

Kapıyı sertçe bir kez daha tıktıkladım ve "Gökbay aç şu kapıyı, beni sinir etme!" diye bağırdım.

Kapı açılmazken içeriden bir gürültü koltuğunu duydum.

Endişeyle "Gökbay!" diye bağırdım.

Sesi gelmezken bir şey olabileceği aklıma gelmişti. Poşetleri bir kenara bıraktıktan sonra kapıyı zorlamaya başladım.

"Gökbay aç şu kapıyı!"

Kapıyı açmazken koridordaki diğer odalarda kalan öğrenciler sesten dolayı rahatsız olmuş, kapılarına çıkmışlardı.

Onları umursamadan geriye doğru çekildim ve koşup kapıya omzumla vurdum.

Şu öğrenciler bakmasaydı gücümle iki saniyede kapıyı açabilirdim.

Aynısını bir kez daha yaptığımda kapı açılmıştı.

"Gökbay!" diye bağırarak içeri girdiğimde odasında kendisini asmış Gökbay'ı görmem geç olmadı.

Korkuyla "Gökbay!" diye bağırdım ve yanına koştum.

Yere düşen sandalyeyi geri kaldırırken sandalyeye çıktım ve cebimden bıçak çıkardım.

Halatı bıçağım ile keserken bilinci çoktan kapanmış olan Gökbay'ın kafası omzuma düşmüştü.

Halatı kestiğimde Gökbay'ı zorlukta sandalyeden aşağı indirdim.

"Biri yardım etsin!" diye bağırdığımda odaya az önce sesten rahatsızlık duyan öğrenciler girmişti.

Bir yandan Gökbay'ın boğazındaki halatı çıkarırken "Hemen şifacıları çağırın." dedim.

Öğrenciler dediğimi yaparken Gökbay'ın nabzını kontrol ettim. Solunumu durmuştu.

Gökbay'ı sırt üstü yatırdım ve kafasını geriye doğru attırdım. Çenesi göğsünden uzaklaşmalıydı.

Ağzını hafif aralayıp dilinin geriye kayıp kaymadığını kontrol ettim.

Gökbay'ın giydiği gömleğin düğmeleri ile uğraşmadan direkt yırtarak iki yana yırttım.

Nefes almıyordu.

Ellerim parmaklarımı göğüs kafesiyle temas ettirmeden, dirseklerimi bükmeden, göğüs kemiği üzerine vücuda dik olacak şekilde tuttum.

Göğüs kemiği beş santim aşağı inecek şekilde otuz kalp basısı uygulamaya başladım.

Bu işlemin hızı dakikada yüz bası olacak şekilde ayarlamalıydım.

Kendime güvenmiyordum. Ya Gökbay'ı da kaybedersem?

Gökbay'ın baş pozisyonunu bozmadan burnunu kapattım ve dudaklarınızı birleştirdim. İki saniye ağzına nefes verdikten sonra geri çekildim ve nefesi vermesi için ona zaman tanıdım.

Aynılarını yapmaya devam ederken şifacılar odaya girdi.

Gökbay sanki bıraktığım an kollarımda ölecekti.

Şifacılar beni geri çekerek "Devamını biz hallederiz." dediklerinde istemeyerek Gökbay'ı onlara teslim ettim.

Gözümden yaşlar akarken aklıma sadece Yalçın geldi.

Telefonumu çıkarıp onu aradığımda birkaç saniyede telefonu açmıştı.

"Yalçın."

Titreyen sesim onu korkutmuş olmalı ki endişeyle "Ne oldu Dilay?" diye sordu.

"Tekrar oldu."

"Ne tekrar oldu?"

"Ablam gibi Gökbay da kendini astı."

"Gökbay... Gökbay'ın durumu nasıl?"

"İlk yardım yapmaya çalıştım ama bilmiyorum. Şifacılar şu an onunla ilgileniyor."

"Onu şifahaneye götürürler. Biz de oraya gidiyoruz. Sakin kal."

Yalçın'ı onaylayan sesler çıkardığımda telefonu kapattı.

Gökbay'ın hareket etmeyen vücuduna tekrar baktığımda hıçkırarak ağlamamak için kendimi tuttum.

Güneş Parlarken Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin