Kendini bilinmedik, kuytu, kimsesiz, yapayanlız bir yerde gibi hissedersin. Etrafında oluşan seslere kullak kapattırsın. Sen kendini, kendi içinde yanlız, yapayanlız bırakıverirsin. Aslında küçücük bir mutluluğu kaşıkla verirken, senden kepçesiyle geri alıveriyorlar.
Hiç bir ormanın yandığı gibi yakamazlardı içini bu kadar fazla.
Nefes almak o kadar tatlıyken, ciğerlerini bu kadar harap edemez hiçbir nefesin. Gülümsemek, gülümsemek insanı o kadar güzel kılarken, neden ardında gözyaşı pınarından kurmuş bir kaç kirpik bırakmayı tercih ediyor bu insanlar.
Hani bir çiçeği dalında sevmek o kadar kolayken, neden bu çiçeği dalından koparıp sevmeyi tercih ettiler.
Neden koparıpta göz göre göre kurumasına izin verip, yarı yolda yapraklarının tane tane kopmasına izin verdiler...
Neden yağmurun altında ıslanmak o kadar güzelken, bedenlerinin ıslanma korkusu onları kasıp kavuruyor.
Hayal kurmak, kurulan hayaller arasında gülmek o kadar ve bir o kadar güzelken, neden o hayallerle alay etme gereğin de bulundular.
Aslında alay edilecek hayallerin o en güzel kısmın da barındırıyordu seni o saf insan.
Senin alay ettiğin hayallerin, sen en güzel kısmıydın, farkında değilsin.
Mutluluğu senin o gülünce kısılan o iki gözün arasında buluyordu o insan, şimdi ise iki gözünün de olmadığı sessiz, sedasız, kuytu bir kaç sokakta arıyor.
Belki bir benzerini, belki onu anımsatanı, belki de onların ta kendilerini.