Ellerimi kalemimden, kağıtlarımdan, sözlerimden uzaklaştırdığımı hissediyorum...
Taşıdığım bedenin de üstüme yüklendiğinin farkındayım.
O konuştuğum ben de değişti, hep o sohbet ettim ben artık yok gibi..
Varlığın ve yokluğun arasın da kaybolmuş sanki.
Kuracağı pek bir sözü de, cümlesi de kalmamış gibi.
Etrafın da onlarca ses dönüp dolaşırken, için de koskoca bir sessizliğe gömülmüş.
Etrafın da kullağına yankılanan sesleri, içindeki sessizliğe haps ediyor.
Kendi sessizliğinden de memnun gibi, etrafın kirli seslerine kapılmak yerine, kendi sessizliğine haps olmak ona daha huzurlu geliyor.
Erafındaki kirli sesler onu incitmekten, yaralamaktan ve en kötüsü umutsuzlaştırmaktan başka bir şey de haptığı yok.
Sesler de bir yana, ertafın da koskoca kirli, kirletilmiş o kadar kalp de var tabii ki.
Süslenmiş, üstü örtülü, süslü kirli kalpler de var..
Uzaktan tertemiz gözüken onlarca melek yüzlü, kirli kalbi taşıyan onlarca insan var..
Kime sarılacağını şaşırmış biri kaldı geri de.
Bir çiçeğe sarıldığını sanarken, gözlerini açtığında kanlı ellerin de dikenli kaktüsleri görüyor.
Melek diye gördü, sarıldığı, öptüğü o kişiyi dikenleri batmış kaktüs olarak görür olmuş.
Görüyor, dokunuyor ama hep hayal ettiğiyle görmek istediği ile kalıyor.
Sonra ama farkına varıyor ki, dokunduğu çiçeği, kaktüs'e, okşadığı saçları kumlara, baktığı gözleri, gecenin zifiri karanlığına bürünüyor.
En son fark ediyor ki bir kabusun içinden daha yeni uyanıyor...