Bir insanın bedenini en çok huzura bağlayan nedir diye merak etmişim hep.
-Para mı?
-Yiyilecek her hangi bir şey mi?
Ya da nefsi tatmin edecek her hangi bir şey mi yoksa ?...
Bu soruyu bana sorsanız, bedenin dünyayla ilişkisinin olmadığı zaman aralığı hangi aralıksa o zamanda huzur buluyor beden.
Evet sizi duyar gibiyim, uyku ve ya tatlı bir rüya esnası.
Bir yandan bu tatlı rüyalar ve hafif uyku insanı huzurla birleştirirken, huzura mani olan kabusların, rüyalarımızı içten içe zehirlenişini izliyoruz.
Gecenin bir yarısında, kendimizi gül bahçesinde zannederken, birden cehennemin en dininde olduğumuzu fark ediyoruz.
Betimizin benzimizin atması bir yana, rüyalarda döktüğümüz gözyaşlarını, uyanırken yasıtığımızın baş ucunda bulmamız ise bizi daha bir yoruyor.
Sonra yine kendimizi avuturcasına, uyu buda geçer diyerek bedeni yine bir kabuslarla uyandırıyoruz.
En son fark ediyoruz ki, biz her gece farklı olduğunu sandığımız her gecede yine biz aynı sabaha uyanıyoruz.
Değişir sanığımız her sabahın atmış beti benzi bedenin, yastığının ıslaklığıyla siliyoruz, gözyaşlarımızdan akan, gözyaşlarını.
Şimdi bana söyleyebilir misiniz!
Uyanacağım, hangi sabah ötekisinden farklı olacak?
Ya da uyandığımı sandığım hangi rüyanın kabusunun etkisinden çıkacağım?
Ya da belki de kabusa daha hiç başlamamışımdır bile, uyandığımı sandığım her sabahın bir kabusuna mı kalkıyorum acaba ?
Yoksa asıl kabusu yaşarken mi, yaşıyorum aslında?
Uykularım da atığım cığlıkların vebalini, gündüzlerin kabusuyla mı veriyorum.
Yine uyursam kalkamama ümmidiyle uyumak istiyorum bir bakıma, gündüzün yanıltan yüzünün kabuslarıyla uyanmaktansa, geceleri uykularımın kabuslarla zehir oluşuyla uyumak istiyorum.
Belkide hiç istemediğim kadar bağıracam, belkide hiç istemediğim kadar ağlayacam, belkide hiç istemediğim kadar yanlız olacam ama en azından uyandığımı sanıpta, asıl kabusu yaşamayacam...