Kimsesiz

65 8 5
                                    

Andrew yere yığılmıştı, ufak bedeni bu kadar kaosu kaldıramamış, aç ve susuz geçen vakitlerin ardından pes etmişti.

Rüyasında, yine o beyaz saçlı adamı görmüştü.

Adam ona elinde bir kristal parçası uzatarak;

" Sevginin zamanını ayarlayamayız, kimi erkenden girer hayatına, kimi geç çıkar gereksiz olduğu halde." dedi ve gözden kaybolmuştu.

Andrew ağzını bile açamadan birden bire yere kapaklanmıştı, uyanıyordu.

Gözlerini açtığında bir çeşit çadırın içindeydi, başına saplanan ağrı onu kıvrandırıyordu.

Yattığı yerde oturur pozisyona gelerek eli ile kafasını tuttu, minik gözleri ile etrafına bakındı.

Biraz öksürdü, bedeni inanılmaz yorgun ve acı ile sızlıyordu.

Çadırın kapısından bir kadın girmişti, üstünde beyaz doktor önlüğüne benzer bir şey vardı.

Andrew'in kalktığını gördüğünde yanına geldi, karşısına geçerek çömeldi:

" İyi misin evlat?"

Andrew acıdan sesini çıkartamıyordu, başını salladı " evet, iyiyim".

Kadın, Andrew'in ellerini tutarak:

" İyi olmana çok sevindik, hadi gel dışarı çıkalım, ailen buradaysa onlarla görüşelim" dedi.

Andrew'in içinde ufak bir umut yeşerdi, lakin öte yandan da koca bir karanlık onu sarmalamış halde idi.

Dışarı çıkan ikiliyi bir asker karşıladı, asker ve kadın kendi aralarında konuştuktan sonra, Andrew'e dönerek:

" Evlat, burası Alteris. Solriva'dan kurtulanları buraya getirdik.

Ailen buradaysa git bul, eğer değilse bu gün bir helikopter daha gelecek.

Onlar geldiğinde o helikoptere de bakarsın, şimdi etrafta fazla ses yapmadan dolaş." Dedi asker.

Andrew şaşkındı, öylesine bir felaketten bu kadar insanın kurtulacağını düşünmemişti.

Gözünün görebildiği her yer çadırdı, yavaş yavaş çadırların yanından dolaşarak, anne ve babasına bakınmaya başladı.

Kimi halen yatağında yaralı yatıyor, kimi dışarda oturmuş ağlıyor, kimi de geriye kalan tek ailesi, çocuğuna sarılıyordu.

Andrew dolaşırken, çadırlardan birinin yanında bir kadın, kucağında ufak bir oyuncak bebeğe sarılmış, hıçkıra hıçkıra ağlıyordı.

Uzaktan onu izleyen Andrew, sessizce onu iyice gözledi.

Kadın hafif bir sesle kendi kendine:

" Canım kızım, canım evladım. Ölmedin, hayır.

Şuan kucağımdasın, bak!

Sana sarılıyorum şuan!

Lütfen annem, lütfen canım kızım, sende bana sarıl lütfen!"

Andrew'in içi burkulmuştu. Anlaşılan o ki, kadın o kıyamette ufak kızını kaybetmişti.

Elindeki ufak oyuncak ise, evladından geriye kalan tek şey idi.

İnsan psikolojisi bunu kaldırmaya yetecek kadar sağlam değildir.

Bir annenin evladından geriye kalan şeye bağlanması, olağan bir durumdur.

Andrew de yüzünü silerek oradan uzaklaştı, kadının acısını bizzat anlıyordu.

Yürürken içinden düşündü:

AVCIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin