Acı Veriyor

3 0 0
                                    

Andrew gözleri yaşlı şekilde olduğu yere oturdu.

Xavier hıçkırarak ağlıyor, dizlerinin üstünde, elleri havaya açık şekilde göğe bakıyordu.

Güneş yavaş yavaş yükseliyor, derin bir sesizlik, ışığın sakinliği etrafı kaplıyordu.

Andrew sesizdi, Xavier'in " Anne gitme!" lafı, beynin içinde, oradan oraya savrulan bir ses gibi onu esir almıştı.

Andrew için annesi bir başkadır, ufaklığında aralarında sorun olsa da, onu her daim sevecek birisi, her daim koruyacak birinin varlığını seviyordu, elinden alınmadan önce...

Can düşmanı sayılacak Xavier için göz yaşları döküyordu, içindeki soğuk, kuru rüzgar çok rahatsız ediciydi.

Xavier ellerini yere koyarak derin bir nefes aldı, burnunu çekti ve biraz bekledi.

Titreyen sesi ile:

" Andrew. Görmedin değil mi, en rezil halimi yani.

Düşmanını böyle görmek komik dimi, gülesin geliyor, yüzüne tüküresin.

Kızgın ateşte yakasın." dedi.

Andrew kendini sakinleştirmeye çalıştı:

" Konu sevdiğin biri, özellikle anne gibi biri olunca, sesim soluğum çıkmaz.

İsterse tüm evrenin düşmanı olsun, ben savaşımı mertçe yaparım, alçakça değil. " dedi.

Xavier bir yandan ağlarken bir yandan güldü:

" Haha, cidden seni çok kıskanıyorum, her durumda güçlü kalmayı beceriyorsun.

İnsan olduğum zamanları, insan gibi yaşadığım zamanları hatırlıyorum." dedi.

Andrew biraz şaşırdı, başını öne eğdi;

" Kimsesiz olmayı bilirim, tek başına, üşürsün, seni ısıtacak hiç bir şey yoktur.

Nefesin buz kesilir, kanın çekilir, güçlü olmak istersin, gücün yokken...

Hepimiz güçlü olmayı gücümüz yokken öğreniriz, yalnızlığın pençesinden kurtulmak için.

Kurtulduğumuzda geri dönmek isteriz, diğer insanların güçsüz olmasına rağmen ayakta duruyor olması bize zor gelir.

' Kalbin ayakta duramıyorsa, güçlü kalman bir işe yaramaz' " dedi.

Xavier ağlamayı kesti, kafasını çevirerek Andrew'e uzun uzun baktı:

" Tanrıların nefret ettiği adamdan güzel sözler ha Andrew.

Savaşta acımasız, özünde kırık bir kılıç gibisin.

Savaşamayacak olanın yanında onun mızrağı gibisin, ateşlenmeye dün den hazır mermi gibi, durmayacak bir güç gibi.

Vahşetin ortasında dans eden bir canavar gibisin, zarif ve etkileyici.

Cidden kıskanıyorum seni." dedi.

Andrew biraz sesiz kaldı, derin bir nefes alarak " Hadi, gel. Şurda bir bar vardı, oraya gidelim." dedi.

Xavier ayağa kalktı, yüzünü biraz silerek nefesini düzenledi, Andrew'in peşinden yol almaya başladı.

İkili biraz ilerledikten sonra, Andrew arkasını dönmeden:

" İnsanken demiştin, ne kadar zamandır 'insan' değilsin sen?" dedi.

Xavier de bir kaç saniye sesiz kaldı, hafif öksürerek:

" Bin yıldan fazla oldu, sende ki taşın peşinde olan adam bana teklif sundu.

Eğer o taşı bulursam beni daha da güçlü yapacağını söyledi, kabul ettim, sonra da bu güçleri verdi bana işte.

Gerçekliği değiştirme gücünü."

Andrew de "hm" diyerek sesizliğini korudu.

İkili on dakikalık yürüşün ardından bar'a gelmişlerdi, içeriye girerek boş olan bir masaya oturdular.

Garsona siparişlerini verdikten sonra aralarında konuşmaya başladılar.

+ Peki Xavier,  bu adam Margoat mı, adı ne sikimse artık.

- Aslında pek çok adı var, erkek olduğundan bile emin değilim, ben sadece ona en güçlü diyorum, o kadar.

+ Sen neden böyle dengesizsin? Bir bakıyorum çok nazik bir beyfendisin, bir bakıyorum gözünü kan bürümüş bir manyak?

- Aslında, bende bilmiyorum. İçimdeki bir şey beni yiyip bitiriyor, kan'a olan açlığı sanki hiç susmayacakmış gibi.

Andrew tam ağazını açacaken birisi lafa girerek:

" Hepimiz zavvalı, aciz,  kendini bir şey sanan karıncalarız, hepimiz kendi zincirlerimizde boğulan köleleriz" dedi.

Andrew kafasını çevirdi, gözleri sonuna kadar acıkmıştı.

Xavier de onun baktığı yere dönünce, kendisininde ağazı açık kalmıştı.

Sarı, orta uzunluktaki saçları, narin bedeni, çok tatlı bir suratı, naif sesi ile bu kişi çok güzel genç bir kadındı.

Sarı, orta uzunluktaki saçları, narin bedeni, çok tatlı bir suratı, naif sesi ile bu kişi çok güzel genç bir kadındı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Üstünde beyaz bir gömlek, altında siyah kısa bir etek bulunan bu güzel bayan, ikilinin dikkatini çekmişti.

Suratında tuhaf bir bakış, gözlerinde güzel bir parıltı vardı.

" Aklın yolunu kesmeye çalışan, sonunda karşısında kendini bulur.

Ayna ile savaşmak ne kadar mantıklıdır ki?" dedi Andrew.

Kızın yüzü biraz tebessüm etti:

" Hakkaniyetin yanlışlığını, kendini suçlayarak mı buluyorsun?" dedi.

Andrew biraz güldü:

" Hatayı kendinde aramayan zaten hatanın kendisidir, gerçeğin yalanı olsa bile bunu kanıtlayacak kişi sen misin?"

Xavier bir ona bir Andrew'e bakıyor,  aralarında geçen muhabbeten hiç bir şey anlamıyordu, tabiri caizse mal gibi kalmıştı.

Kız ayağa kalktı, bir sandalye çekerek ikilinin masasına oturdu.

Elini çenesine koyarak biraz gülümsedi,  gözleri Andrew'e kitlenmişti:

" Kendine neden bu kadar fazla yükleniyorsun? Hata olan sen isen, neden hatayı düzeltmiyorsun?" dedi.

Andrew sandalyeye şöyle bir yaslanarak:

" Yanlışın ben olduğu,  gerçeği değiştirmez, her hatanın çözümü,  her yalanın doğrusu, her doğrunun yalanı yoktur.

Sana bağlı olan zincirlerden kurtulmak var, onlara esir olmak da.

Ben onlarla bir olmayı seçerdim, yanlış ben isem beni cezalandırır, doğru ben isem en azından benimle kalır, ikiside değilsem yoldaşım olur." dedi.

Kız biraz güldü, sesi çok şirin ve rahatlatıcı bir tondaydı.

Elini Andrew'e uzattı, Andrew de elini uzatarak tokalaştılar.

" Méra" dedi kız, Andrew de " Memnun oldum,  Andrew bende" dedi.

Xavier konuya fransız klasa da kız ona da elini uzattı ve tokalaştılar.

AVCIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin