" Değerli olan ne ki?"

5 0 0
                                    

Andrew duyduğu sesler ile birlikte birilerin geldiğini anlamıştı, bilinç dünyasından artık çıkması ve gelenlere bakması gerekliydi.

Öyle de yaptı, Andrew beyaz bir ışığın içinde kaybolarak fizilsel bedenine dönmüştü.

Andrew'in tutsak olduğu, çölün ortasında devasa bir huni gibi görünen yapının içine, sonunda birileri girebilmişti.

Giren kişiler Andrew'in etrafını sarmış, kılıçlarını çekmiş bekliyorlardı.

Andrew sonunda gözlerini açtı, gözlerini açar açmaz orada bulunan hekesin içine işlenen bir korku duygusu vardı, bu onları tedirgin etmişti.

Aralarından birisi bir adım geri atmıştı, Andrew etrafına bakarak onları analiz etti.

Geri adım atan kişi Andrew'in dikkatini çekmişti, ayağa kalktı.

Andrew bıkmış gibi bir nefes aldı ve ;

" Değerli olan ne ki?"

dedi, herkes bir birine bakıyordu.

Bambaşka bir gezegende yaşayan canlıların dilini bu gizemli adam nasıl konuşuyordu ki?

Andrew,  Akoe den aldığı "evrensel dil" yeteneği ile tüm zeki yaşam formların dillerini anlıyor, kendisi insan dilini konuşsa da karşı taraf bu yetenek sayesinde onu anlaya biliyordu.

Ama şuan bunların hiç bir önemi yoktu, herkes Andrew'in etrafa yaydığı korku duygusundan nasibini almış, tetikteler di.

Andrew beklemeden tekrar;

" Sizin için en değerli olan şey nedir? Bir canlı için en değerli olan şey nedir?"

dedi ve biraz bekledi,  yaklaşık beş saniye sonra;

" Yaşam, öyle değil mi? Tüm canlıların en kıymetli varlığı,  canı değilmidir?" dedi.

Herkes birnirine bakarak oldukları yerde durmaya devam ediyorlardı, Andrew;

" Siz, sizi öldüre bileceğini bildiğiniz bir hayvanın yanına bile isteye gider miydiniz? Cevabınız evet ise siz aptalsınız. Cevabı hayır olanlar ise, neden şuan bana kılıç çektiniz ki?"

Derin bir nefes alarak;

" Yaşam... O kadar saçma ki.

Derin düşüncelerin zifiri karanlığında kalmak, umutsuzluk kuyusunda bağıra bağıra yardım istemek çok saçma.

Aranızda kendi canını değerli gören varsa şimdi çıkıp gitsin, kalanların yaşama şansı olmayacak." dedi.

Herkes birbirine şaşkın şaşkın bakarken aralarından birisi, kılıcını çekerek Andrew'in üzerine doğru bağırarak koşmaya başladı.

Andrew hareket dahi etmeden kendisine saldırmaya gelen kişi sadece gözleri ile takip etti.

Adam atılarak kılıcını Andrew'e salladı, kafasını kaldırdığında Andrew'i orda görememişti, Andrew kaçınmıştı.

Bir kişi hariç orada bulunan 29 kişi Andrew'e saldırmaya başladılar, o bir kişi de sadece izliyordu.

Andrew adeta dans edercesine,  gelen saldırlardan o kadar rahat kaçınıyordu ki kimse ona bir çizik bile atamamıştı.

Bir kaç dakika savaş böyle ilerledikten sonra Andrew geri çekilerek;

" Bende kılıcımı çekmeliyim, saygısızlık yapmalayım."

dedi ve sırtında ki katanası ile belinde ki hançerini çekerek savaşa tam anlamıyla girmiş bulundu.

Herkes toplanıp Andrew'e organize olarak her yönden saldırdıkları sırada,  Andrew kafasını kaldırdı, derin bir nefes alarak kılıçlarını sıkı sıkı tutatak aldığı tüm oksijeni ellerine yönlendirdi.

Andrew'in kılıçları, vücut sıcaklığı artan ellerinde dururken renkleri değişmeye ve koyu-mavi bir renge dönmüştü.

Andrew pozisyonunu alarak

" Keskin soğuk; Hayalet dansçı" yeteneğini kullanmak için akıl almaz bir hızla fırladı.

Okadar hızlıydı ki, az ileride ayakta dururuyordu, ona saldıranlar şaşkındı.

Andrew arkasını dönüp onlara baktı ve ;

" Fırtınadan kaçanlar, soğuktan ölür." dedi ve kılıçlarını kın'larına koyarak döndü, yürümeye başladı.

Herkes şaşkındı ama bitmişti, hepsinin bedeni buz gibi soğuktu,  adeta donuyorlardı.

Bir kaç saniye sonra bazılarının kolları ve bacakları kopmaya ve düşmeye başladı.

Herkes korku içinde bağırırken birden tüm sesler kesildi, hepsinin kafası kesilip düşmüştü.

Andrew öylesine hızlı kesmişti ki onları, acısı sonradan gelmişti.

Andrew yürüken tüm çığlıklar susmuştu, 29 kişi aynı anda ölmüşlerdi, biri hariç,  o da bir kaç geri adım atarak,  Andrew'e saldırmayan kişiydi.

Andrew onun önüne gelerek bakmaya ve beklemeye başladı.

AVCIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin