Yolun Yolum Olsun

2 0 0
                                    

İkili bir süre bakıştı, Andrew kalbi ağazında bekliyor, Eiri şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemiyor, Xavier ve Méra da sesizce izliyordu.

Eiri bir süre Andrew'e baktıktan sonra, gözleri hafiften parlamaya başladı.

Andrew halen, Eiri'nin kendisini öldürmesini ve tamamen kurtulmayı bekliyordu.

Gözleri, Eiri'nin gözlerine kayınca, içindeki sönmüş alev yeniden canlandı, içi yine ısınmış, kalbi yine atmaya başlamış gibiydi.

Yinede ortam halen gergindi, Eiri göz yaşlarını saklamaya çabalıyor,  utanarak:

" Peki... Neden Andrew? Neden beni, bana eziyet çektiren adamla(Xavier ile) yanyana getirdin ki?

Onun burda ne işi var, yıllarımı benden çeken bu herifin?"

Andrew ellerini indirerek:

" Belki ben değilim, ama insanız sonuçta.

Beni cavar olarak gören milyarlarca insan var, ben burda can düşmanımı karşıma almışım, ona merhamet ediyorum.

Seninde düşmanın evet,  belki başımıza bir şey gelse yardım bile etmez, ama ben ederim, ben güçlü biri değilim güçlünün yanında olayım.

Ben zayıf biride değilim, zayıfın yanında olayım.

Ben Andrew'im, annemin bana öğrettiği gibi zalime karşıyım, muhtaça dostum."

Eiri kolu ile gözlerini sildi:

" Annen umarım seninle gurur duyuyordur, bende annemi çok özledim, anneme sarılmayı..."

Andrew sakin ve emin adımlarla yavaş yavaş Eiri'nin yanına yürümeye başladı:

" Bak, Eiri. Hepimiz böyleyiz, annesini seven herkes, ondan ayrı kalmayı istemez.

Kırgınım kendime, gölgende üşüyen biriyim, ben dostunum, düşmanın değil.

Hatırlıyor musun,  yıkıntı binanın içinde, kendimden geçmiş haldeydim, sende sesizce yanıma oturmuştun, kalktığımda ise beni koruyordun?

Sen beni korudun,  bende seni, gel ayrı düşmeyelim."

Andrew sözünü bitirdiğinde, Eiri'nin tam karşısında duruyordu, emin olmamakla birlikte elini, Eiri'nin omuzuna attı.

Eiri hiç bir şey söylemeden kafasını kaldırdı, Andrew'in gözlerinin içine baktı.

Andrew'in gözlerinin içine ilk baktığında, onun içindeki dengesiz ve acımasız ruhunu görmüştü.

Şimdi baktığında ise, içeride elleri ve ayakları zincirlenmiş ufak bir çocuk vardı.

Kimsesiz büyüyen, tırnakları ile kazıyarak bu güne gelen bir çocuk.

Andrew öylesine mutluydu ki, Eiri'nin gözlerine bakmaktan kendini alamıyordu.

Ona ilk defa bu kadar yakındı, tüm hislerini artık açabilir, özgürce uçabilir gibi hissediyordu.

Eiri'nin güzel gözleri, bebeksi suratı, turuncu saçları, güzel kokusu,  her anlamda Andrew'in tabiri caizse tereyağı gibi erimesine neden oluyordu.

İçindeki küçük çocuk halen dursa da, bedeni koca adam olan Andrew,  bu şekilde durmayı dert etmiyor gibiydi.

Xavier ve Méra da sanki tv izliyor gibi aralarında muhabbet ediyordu.

Eiri bir süre kadar Andrew'e baktıktan sonra onu kendinden hafifçe itti.

Andrew'in mutluluğu o an boğazında kalmıştı, sesizdi.

Ağazını açtı, kelimeler boğazından bir türlü geçmiyor, sesi ağazından çıkmayı reddediyordu:

" Bir sevmek bin kere ölmek demekmiş.

Bin defa ölüpte, ölelemekiş."

Eiri gözlerini sildi, derin nefes aldı, rahatlamaya çalıştı.

Andrew devam etti:

" Bir defa kaybedersen, belki bir daha bulamam.

Seni şimdi istiyorum, belkş yıllar sonra duyamam.

Ortasında kalbimin, bir yer açtım senin için.

İstersen sonsuza kadar gelme, yine ben beklerim."

Eiri başını öne eğdi, gözyaşlarını tutamadı,  Andrew'e sarıldı.

Andrew sesizdi, kollarını sıkı sıkı sarak Eiri'yi sarmaladı.

Eiri onun gözlerine bakarak:

" Yolun kan ve acı dolu, yolun yolum olsun, canım senin olsun, sen de benim ol Andrew. "

Andrew heyecandan bir şey yapamıyordu:

" Yolun benim yolum olsun, sen olduğun sürece ne kan olur yolumda ne acı.

Sen olduğun da sadece senin için savaşacağım."

Xavier izlerken gözleri dolmuştu,  Méra ona bakarak:

" Ağlıyormusun?"

Xavier gururlu bir sesle:

" Hayır! Ben ağlamıyorum beni ağlatıyorlar!

Baksana şu aşk kuşlarına! Of imrendim ya!"

Méra, Xavier'in kafasına bir tane vurarak ikiliyi izlemeye devam etti.

AVCIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin