Tersine Yürümek

23 4 0
                                    

Andrew harabe evin dış tarafında duvara yaslanmış oturuyordu.

Yağmur başlamıştı, üstünde paçavradan başka bişe olmadan titreyerek derin nefes almaya çabalıyordu.

Akoe ona:

" Andrew, nefes alamıyorsun, hastaneye gidelim."

Andrew saçına baktı, ucu beyazlamıştı.

Akoe'ye seslenerek aralarında şöyle bir konuşma geçti;

+ Uzaydan gelip de benim hayatıma karışma bok parçası.

- Andrew biliyorum seni yorduğumu, benimde aktif olabilmem için Xan enerjinden kullanmam gerekli ama iyi değilsin.

+ Kes, senin yüzünden kardeşlerim yaşıyor mu yaşamıyor mu onu bile bilmiyorum deli etme beni.

- Andrew lütfen, bedenin oksijeni tam kullanamıyor gibi, nefes alamıyorsun.

+ ÇOK SAĞOL LAN! SÖYLEMESEN BİLMİYORDUM AMINA KOYAYIM?!

- Bana kızma.

+ Kime kızayım lan ha? Kendime mi kızayım?! Gerçi doğru, senin gibi sikik bir şey benim yüzümden geldi bu gezegene.

- Böyle deme lütfen, önünde kocaman yol var, o yolda sadece sen yürüye bilirsin.

+ Yeter, sus artık.

Tuhaftı, Andrew ve Akoe'nin konuşmalarını birileri duymuş gibiydi.

Andrew başını öne eğmiş sessizce ağlıyordu, birilerinin geldiğini biliyordu.

İki kişi gelmişti, onun başında duruyordu.

Adamlardan biri:

" Deli misin lan sen? Kendi kendine konuşuyorsun burda?"

Öteki adam biraz gülerek:

" Aman siktir et  , cebindeki parayı alsak bize yeterli."

Andrew halen kafasını kaldırmamıştı, ikiside onu tutarak ayağa kaldırarak parasını istediler.

Andrew sesini çıkartmadı, zaten cebinde beş kuruş dahi yoktu.

Serseriler Andrew'den tepki alamayınca sinirlendiler, birisi onu tutarken öteki ona sağlam bir yumruk attı.

Andrew yere yığılmıştı:

" Beni rahat bırakın, param da yok zaten."

Serseriler sinirlenerek:

" Paran yoksa canın var lan!" diyerek onu yerde tekmelemeye başladılar.

Akoe onun zihninde ona kaşması için söylense de Andrew olduğu yerde dayak yemeyi kabullenmiş yatıyordu.

Akoe:

" Andrew kalksana neden böyle yapıyorsun?"

Andrew sessizce:

" Bunu hak ettim." dedi.

Serserilerden birsi belinden silah çıkartarak ona doğrultmuştu.

Akoe tüm gücünü kullanarak Andrew'i bir anlığına bambaşka bir yere yönlendirdi.

Andrew gözlerine inanamadı, burası ışık diyarı denebilecek kadar parlak ve berraktı.

Andrew ağaya kalkarak manzaraya baktı:

" Burada neresi?"

Rengarenk çiçek ve kelebekler, güneşin tüm gücünü alan bu cennet yerde uçuşuyordu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Rengarenk çiçek ve kelebekler, güneşin tüm gücünü alan bu cennet yerde uçuşuyordu.

Akoe:

" Burası ışık tanrıçasının, Eiri'nin evi."

Andrew ağzı açık manzaraya tutulmuştu, Akoe ye:

" Eiri de kim?" Dedi.

Akoe anlatmaya başladı:

" Karanlık tüm Elzeria diyarını kuşatmıştı, kraliçe Eiri de bu karanlığı defetmek için kardeşi Ariel ile bir yolculuğa çıktılar.

Çeşitli zorlukları atlatan iki masum ruh, sonunda güneşe çıktıklarında tüm bedenleri ısınmıştı.

Güneş ana onları ışığı ile sevip sarmalamış, ikisini de evladı gibi eğitmişti.

Eiri, Ariel'e göre güneşin gücüne daha fazla dayanabiliyor du, güneş ana da uzun eğitiminin ardından tüm gücünü ve ışığını Eiri'ye miras bırakmıştı.

İki kardeş uzun yıllar sonra diyarlarına dönerek, hüküm süren karanlığı güçlüce aydınlattılar.

En azından ışık tanrıçası Eiri hakkında anlatılan hikâye böyle Andrew."

Andrew çocuk masallarını severdi, bedenen olmasa da ruhen halen ufak velet gibi hissediyordu kendini.

Akoe'ye sordu:

" Peki bana neden burayı gösteriyorsun?"

Akoe de:

" Kendine inanmayan birisi karanlığa kapılır Andrew, kendine inanmazsan ışığını bulamazsın.

En azından annen için yaşa." dedi.

Andrew'in kalbi anlık çarptı, geçmişi ne çabuk unutmuştu.

Hayatını mahveden, Xandarium patlamasını yapan adamdan intikam alacaktı.

Akoe'nin görü dünyası anında kayboldu, Andrew halen yerde dayak yiyordu.

Serseri silahını çıkartmıştı, bir el ateş etti.

Andrew öyle hızlı ayağa kalktı ki mermi ona isabet etmemişti.

Serseriler şaşırmıştı, aralarından biri:

" NESİN LAN SEN?!" dedi ve bir el daha ateş etti.

O mermi de Andrew'e isabet etmemişti.

Andrew anında elini, karşısında duran adamın göğsüne soktu, elini geri çekerken de kalbini sökmüştü.

Öteki adam korkutan tir tir titriyordu, arkasını dönüp bağırarak koşmaya başlamıştı.

Andrew onu bacağından tutarak yere düşürdü, kendi bacağını adamın karnına koyarak bastırdı.

Elinde olan adamın bacağını güçlüce çekerek kopardı, kenara fırlatmıştı.

Adam acı içinde bağırsa da sesini duyan kimse yoktu.

Andrew adamı kaldırarak bir kolunu da koparttı, etraf kan gölü gibiydi.

Adamın gözleri acıdan gidiyor gibiydi ki Andrew, onun suratına öyle güçlü vurdu ki kafatası paramparça olmuş, bedeninden savrulan et ve kemik şarapnel gibi duvara saplanmıştı.

Akoe böyle bir vahşet beklemiyordu:

" Bunu neden yaptın?"

Andrew derin bir nefes aldı:

" Yürüdüğüm yolda tek ben yürüyeceksem, tek kendimi koruya bilirim."

Kaşları çatıktı, yağmur etkisini güçlendirmişti.

Eli yüzü kanlı şekilde nefes nefese ayakta duruyordu, içinden artık hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağını bildiği için, dişlerini sıkmaktan başka bir şey yapmıyordu.

Saçındaki ufak beyazlık, tüm kafasını kaplamıştı, saçları anında beyaza dönmüştü.

" Gerekirse en pislik herif ben olacağım" dedi.

" Gerekirse en pislik herif ben olacağım" dedi

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

AVCIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin