Bölüm 13

14.9K 819 102
                                    


Simply Falling...

***

BÖLÜM 13:

KUZUYLA KURT

Yalan söylemeyeceğim. Daha birkaç saat önce çaresizliğin dibine vurduğum, kendimden ve kontrol edemediğim hislerimden kaçarak uzaklaşmak istediğim bir an olmuştu. İstenmeyen, geride bırakılmış her kadın gibi kendimi zayıf olduğuma inandırmıştım. Bu kapkara geceyi nasıl atlatacağımı düşünerek odamdan dışarıdaki dünyayı izlerken ekranımın ışığı yandığında aciz bir varlık gibi mesajın Meriç'ten geldiğini zannedip heyecanlanmıştım bile.

Mesaj Meriç'ten değildi.

Her gece olduğu gibi kendini benim dahil olamadığım bir hayatın kollarına atan sevgili partnerim bunun için fazlasıyla meşguldü belli ki. Kabusum haline gelmiş Bora da yazmamıştı bana. Aslında şu an o mesajın sahibinin hemen yanındaydım ve çekinerek de olsa almış olduğum kararla gurur duyuyordum.

"Nasıl?" dedi Oya. "Dışarı çıkmak iyi geldi değil mi?"

Gülümsedim. Benimle neden uğraştığını bilmiyordum, ama Oya'nın varlığı bu gece kesinlikle kurtarıcım olmuştu. Bana zorla giydirdiği siyah şort-tulumun içinde kendimi rahat ve güzel hissediyordum. Biraz makyaj ve küçük dokunuşların bir kadını köklerinden canlandırabilmesi ne garipti. O an yeniden dışarıda bir hayat olduğunu hissediyor ve o hayata doğru attığım cesur adımla gurur duyuyordum.

Başımı arka koltuğun camından çıkarıp ılık sonbahar gecesini içime çektim. Oya'dan öğrendiğime göre ailesi onun şoför olmadan gece gezmelerine gitmesine müsaade etmiyordu. O yüzden beni almaya da bu makam aracına benzeyen lüks arabayla gelmişti. İtiraf etmeliyim ki alışık olmadığım bu konfor beni mutlu etmekten çok huzursuz ediyordu. Yine de aldığım karardan cayıp korkak bir tavuk gibi eve dönecek vakti çoktan geçmiştim.

"Nereye gidiyoruz peki?" dedim. Meriç'le ya da o Rüzgar bozuntusuyla karşılaşmak istemediğimi defalarca kez söylediğimden Oya beni hep gittikleri mekana götürmeyeceğine dair söz vermişti. 

"Orasını da gidince görürsün." dedi göz kırpıp. 

O noktadan sonra soru sormaktan vazgeçip kendimi gecenin serbest salınıma bıraktım. Bir yanım bana Meriç'e haber vermem gerektiğini hatırlatıp dursa da bu öneriyi şiddetle reddediyordum. O hangi gece çıktığında bana söyleme zahmetine girmişti de şimdi ben ona açıklama yapacaktım? Nereye gidiyor, kimlerle ne yapıyor, hiçbir fikrim yoktu. Umurumda da değildi zaten. Niye umurumda olsundu ki, niye?

Oya "Geldik!" diye şakıdığında düşüncelerimi Meriç'ten gerçek hayata çekmek için çabaladım. Aklım ona her kaydığında evde bekleyen o zavallı ruha bürünüyordum yeniden ve en azından bir gece için bu duruma itirazım vardı.

Şoför yol kenarında bizi indirirken Oya adama bizi almasını istediğinde arayacağını söyledi ve beni karanlık bir ara sokağa doğru çekiştirdi. "Azıcık yürüyeceğiz. Bizim araba giremiyor buralara."

Zenginlerin de derdi yok derler bir de diye düşündüm elimde olmadan. Bu düşünce kendi kendime gülümsememe neden olmuştu. Oya'ysa topukluları üzerinde hafif yokuş olan yolu çıkmaya çalışırken benim kadar eğlenmiyor gibiydi. "Hep unutuyorum bu lanet taşları." diye söylendi duvardan aldığı destekle düz durmaya çalışırken. Onun şık stiletto'larının aksine bileğimde biten topuklu botlar giydiğimden ben Arnavut kaldırım yolda bile fazlasıyla rahattım. "Gel." dedim. "Bana  tutun."

Bir süre savaş gazisi ruhuyla dura kalka yürüdükten sonra "Uff, neyse geldik." dedi Oya eski bir binanın önünde durduğumuzda. Bana hiç güven vermeyen asansöre binerken ön yargılarım anında devreye girmiş olsa da sonunda terasa ulaştığımızda Oya'nın bana verdiği sözü tuttuğunu anlamıştım. Gerçekten de beni her şeyi unutabileceğim bir yere getirmişti. İstanbul ışıklar içinde altımızda uzanırken kendimi ait olmadığım bir dünyaya giriş izni kazanmış gibi hissettim.

AYNALI SALONHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin