Bölüm 36

11.4K 633 64
                                    




I won't tell you it's all butterflies and roses

When I back in time

***

BÖLÜM 36:

YILDIZI DÜŞÜK

           

Kış gelmişti.

İnsanın gönlüne su serpen pastırma yazı bir gecede yerini yağmur, soğuk ve karanlığa bırakmış gibiydi. Tıpkı aptal bir kutlama yemeğinde yönü yüz seksen derece dönen hayatım gibi...

Ellerimi ısıtmak için avuçlarıma sıcak hava üfleyip cebime geri soktum. Lanet otobüs her gün daha çok gecikiyordu sanki. Bu hafta kaç defa derse geç kaldığımın hesabını tutamamıştım. Antrenman uzadığı için kaçırdıklarımı saymıyordum bile. Gel gör ki bir saat sonra girmem gereken çok önemli bir sınav vardı ve ben hala ufukta görünecek o toplu taşıyan tenekeyi bekliyordum.

Sıkıntıyla nefes verdiğimde yüzümün etrafında buhar oluştu. Soğuğun iyi geldiği tek bir şey varsa o da vücudumdaki ağrılardı. Günde kaç saat çalıştığımızı düşününce umduğumdan iyi halde olduğum söylenebilirdi aslında. Sadece eklemlerim sızlıyor, kaslarım ağrıyor, ayaklarımın altında şişip şişip tekrar tekrar patlayan su topları yanıyordu. Vücudumdaki morlukların bu işin doğası olduğuna kendimi ikna etmiştim. Zirveye oynuyorduk sonuçta değil mi? Meriç söz konusu olunca başka bir ihtimal düşünülemezdi.

Federasyon toplantısından sonraki sabah yedide içine çekildiğim cehennem her gün biraz daha genişleyerek tüm hayatımı içine almıştı. Meriç evde soğuk, sokakta öfkeli, salonda ise bir ruh hastası gibi davranıyordu artık. Ağva'dan dönerken beni her şeyin normale döndüğüne inandıran adam bir kez daha hayatımın en büyük kabusu olmuştu. Tek fark, bu kez benim de onunla savaşmayı seçmiş olmamdı.

Değil o yemekte Zehra'nın bana yaşattıklarını konuşmak, o lanet geceden bir daha bahsetmemiştik bile. Meriç Ekrem Hoca'nın sözlerini ona yedirmek için sapkınca çalışırken ben de yılmadan onun tacizlerine meydan okuyordum. O gece aldığım övgüler mi bana bu gücü vermişti yoksa bir kez daha Meriç'in beni nasıl arka plana attığını görmek mi gözümü açmıştı bilmiyordum. Sadece direniyordum. Bu artık kendimi insanlara kanıtlama çabasından öte, öz saygımı geri kazanma savaşına dönmüştü.

Meriç her sabah gün doğmadan uyanıp bodrum katındaki salona iniyor, normal insanlar için uyanma vakti geldiğinde günün ilk antrenmanını bitirmiş oluyordu. Duş alıp okula giderken kaybettiği vakte bile tahammülü yok gibiydi. Aynı yere gittiğimiz halde defalarca beni geride bırakmış, sonra da antrenmana geç kaldığım için azarlamıştı.

Pes etmiyordum. Bazen aynı gün içinde iki, üç kez kampüse gidip gelmem gerekiyor, yine de ses çıkarmadan Meriç'in buyurduğu antrenman programına uyuyordum. Ben geri adım atmadıkça daha da sinirleniyordu sanki Meriç. Duyduklarına rağmen başarısızlığını hala bana bağladığının farkındaydım. Alev'den aldığım her övgüde gözlerinden ateş çıkıyordu. Eskisi gibi bir köşeye çekilip kaderime ağlasam eminim daha mutlu olurdu. Ama bu kez onun günah keçisi ben olmayacaktım.

"Hadi otobüs." dedim sinirle yerimde kıpırdanıp. Bu sınavı da kaçırırsam dersten kalacağıma emindim. Saatin kaç olduğuna bakmak için cebimdeki telefona uzandığımda belki de yolun başında pes etmem gerektiğini düşündüm çaresizce. Tam şu an otobüse binsem de kampüsün kapısından bölüme uzanan yol göz önüne alınınca sınava yetişme şansım yok gibi bir şeydi.

AYNALI SALONHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin