Mabel Matiz- Ahu
Hayat çok garipti. İnsanlar farklıydı, anlamsızdı. Hareketleri değişikti. Dün keyifli bir pazarın ardından gece, abim beni eve bırakmıştı. Ben de başka bir iş yapmayarak yatmıştım ama sabaha kadar hatırlamadığım kabuslarla boğuşmuştum. Bu olay beni derinden sarsıp duruyordu. Bir unutur gibi olup, eski sıradan hayatıma dönüyordum, bir de ilgimi çekip durduğundan sürekli onunla ilgili senaryoları kafamda düşünüp duruyordum. Dün bu işten tabi ki kimseye bahsetmemiştim. Bu sabah iş için hastaneye geldiğimde kapıda bir cenaze nakil aracı gördüm. Galiba korktuğum başıma gelmişti. Bense kendimce plan kurmuş, kadının cesedinin ne kadar daha burada kalacağını sormak için bugün başhekime uğramayı düşünmüştüm.
Arabanın kim için burada olduğunu sormak istercesine etrafıma bakındım. Hastalar dışında kimse yoktu. Bir cenaze yakını da görmedim. En azından ağlayan kimseyi görmeyince böyle düşünmüştüm. Kaybedecek vaktim yoktu. Son nefesinde bana güveniyormuş gibi bakan kadına bunu yapamazdım. Yapmamalıydım. Hem tanıdıklarına iyi kötü ulaşabilecek kadar bir bilgi elimde vardı. Bugün akşam olmadı gidip tekrar Sansar'ı bulmaya çalışırdım. Ama onun yakınları varken kimsesizler mezarlığına, adı bile belirsiz bir şekilde gömülmesine izin veremezdim. Birinin bunu benim için yaptığını düşündüm. Belki ağlayarak tepki veremezdim ama ölülerin hissettiğini de boşuna söylemiyor olmalılardı.
Asansöre koşup, tuşuna defalarca bastım. Arka arkaya basınca daha hızlı gelecekmiş gibi içim içimi yerken bekledim. Başhekimin odası beşinci kattaydı. Asansör açılınca beşinci katın düğmesine bastım. Saniyeler sürecek bekleyiş benim için başladı. Sabah saatleri olduğu için bir yoğunluk vardı ama asansör sadece üçüncü katta bir kere durdu. Sonra yoluna devam etti. Boynumu sıvazladım. Aşırı gergindim. Bu konuyu nasıl halledecektim bilmiyordum. Âna göre bir şeyler düşünecektim. Asansör katta durunca vakit kaybetmeden indim. Sol tarafa yönelirken söze nasıl başlayacağımı düşünüyordum. Saatin erkenliğini hesaba katmamıştım. Acaba başhekim odasında mıydı? Kapıyı tıkladım. Neyse ki odadaydı.
"Girin."
Odada yalnızdı. Bu iyiydi. Ama beni beklemiyor olduğu ifadesinden belliydi.
"Hocam merhaba. Bir konu hakkında kısacık bir zamanınızı alabilir miyim?"
Başhekim Mehmet Bey, kafasını salladı.
"Ama çabuk ol, olur mu? Halletmem gereken birkaç iş var."
"Tabii. Ben morgda kimliği belirsiz biri ne kadar kalabilir, diye soracaktım?"
Aşırı çabuk olmuştu. Yaka kartıma baktı. Adımı teyit etmek istemiş olmalıydı. Herkesinkini elbette bilemezdi.
"Kurşun yarasıyla gelen, hamile kadından mı bahsediyorsunuz, Mihre Hanım?"
Kaşlarını çatıp, gözlüğünü düzeltti.
"Evet. Aşağıda cenaze aracı gördüm de yakınları mı acaba dedim?"
Biraz salakça olmuştu. Bir başkası için de gelmiş olabilirdi ama amaç bu bilgiyi de öğrenmekti.
"Evet. Onunla ilgili. Kimliği belirlenmiş diyorlar."
Kalbim gümbürtüyle çarptı. Bu çok iyiydi.
"Öyle mi? Neymiş adı?"
"Şu an bilmiyorum. Polislerden bir telefon aldım. Doğrusu onları bekliyordum ben de."
Gergince yanağımı kaşıdım.
"Anladım. Yakını da bulunmuş o zaman?"
"Maalesef hayır. Birkaç iletişim numarası varmış ama aramaya çıkan olmamış. Hat sahipleri de artık başka birileri. Yine de kadın daha fazla kalamaz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LEZÂ
General FictionTolstoy: Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir, der. İki noktada da haklıdır. Ben de tamamen duygularımın esareti altında, yeni bir yolculuğa çıkmış, yolculuk boyunca sızlayan vicd...