Şiir, Murathan Mungan'a aittir.
Oğuzhan Koç- Beni İyi Sanıyorlar
Araba sarsıntısı beni derin bir uykunun kollarından çıkarırmış gibi hissettim. Ne ara daldığımın farkında bile değildim. Uzun süre yolları izlemiş, aynadan arkayı kontrol etmiş bir paranoyak gibi davranmıştım. Dalalı çok olmamıştı belki ama beş dakika uyumak bile beni fazlaca dinlendirmiş gibiydi.
Kafamı yavaşça yana çevirdim. Gölge arabayı park etmişti. Çatık kaşlarla önüne bakıyordu. Küçük bir evin yanındaydık. Taşlı bir yoldu, bu yüzden sallanmıştık. Şehir dışına yakın bir yerde olmalıydık. Kafasını birden bana çevirdi. Yüzüne diktiğim gözlerimi fark etmişti.
"Ne zamandır uyuyorum?"
Konuşmadan önce boğazını temizledi. Dalgındı. Yüzü bir gecede beş yıl çökmüş gibiydi. Omuzlarının dik duruşu bile kaybolmuştu.
"Çok olmadı. İyi misin?"
"Evet, ne oldu ki?"
"Sürekli karnını sıkıp duruyordun. Ağrın mı var?"
Gölge bunu söyleyip kot ceketimden, karnıma doğru bakınca yerimde doğruldum. Ellerimi yeniden karnıma bastırdım. Neyse ki defterin sertliğini hâlâ hissediyordum. O hengamede nasıl olduysa hiç düşürmemeyi başarmıştım.
"Hayır. Sorun yok."
Şimdi ona bulduklarımı söylememin sırası mıydı bilmiyordum. Elbette içeri girdiğimizde ve ben onların ne olduğunu bir kere kontrol ettikten sonra söyleyecektim ama içinde bambaşka şeyler varsa bunu bilmesine de gerek yoktu. Beni sorgulayacağı kesindi. Oraya neden gittiğim konusunda net bir cevap almadan durmayacaktı ama bu, arabada konuşulacak bir konu değildi. Arabadan indi. Ben de indim. Eve yönelmek yerine bagaja yöneldi. Şaşkınlıkla ona baktım.
"Ne yapıyorsun?"
"Ne kadar kalacağımızı bilmiyorum. Bir şeyler aldım."
"Ne ara?"
"Sen uyurken işte."
Yanına yaklaştım. Bir şeyler almayı düşünmüş olması bile bitkin görüntüsüne rağmen benden daha mantıklı davrandığının kanıtıydı. Bana bir anahtar uzattı. Hazırlıklı mı gelmişti? Burası sık kullandığı bir evi falan mıydı? Çok evin bulunmadığı bir alandı. Düzlükteydi. Manzarası yoktu ama gece gördüğüm kadarıyla bir patikadan aşağı gidiliyordu. Belki orada bir orman ya da denizin bir kısmı görülebilirdi. Buraya yalnızlığın ortasına dikilmiş bir evde kim yaşamak isterdi ki?
"Sen eve gir, ben hallederim."
Dediğini ikiletmeden yaptım. Her sorgulayışımda yüzünde bıkkın diyebileceğim ama tam tarif edemediğim bir ifade oluşuyordu. Kapıyı açtım. Kenardaki ışık düğmesine bastım. Ev aydınlandı. Tek katlı bir evdi. Krem rengi gibi duvarları vardı. Bakımsız diyemezdim ama temizliğe ihtiyacı olan bir evdi. Gölge peşimden bir sürü poşetle geldi. Bunları ne ara almıştı gerçekten şaşkındım. İşini hızlı yapmış olmalıydı. Cebimden telefonumu çıkarıp saate baktım. 21:46'tıydı. Ekranda bir sürü bildirim ve cevapsız arama vardı. Yokluğumu çoktan fark etmiş olabilirlerdi ama ne diyeceğimi yine bilmiyordum. Kaç yaşıma gelirsem geleyim aileme sık sık hesap vermem gerekiyordu. Bu, olaylar başlamadan önce çok da normal ve beni bunaltmayan bir şeydi ama şimdi bu durumdan pek haz edemiyordum. Yalanlar sürekli başka yalanı doğuruyordu ve yakın zamanda bir şeyleri anlamaları işten bile olmayacaktı.
Anneme iyi olduğumu belirten, sonra her şeyi anlatacağımı söylediğim kısa bir mesaj attım. Daha sonra ben de salona geçtim. Salondaki koltukların üstünde tozlanmasını önleyecek çarşaflar vardı. Onları kenara çektim. Uçuşan tozlar birkaç kere hapşurmama sebep oldu. Gölge de o sırada elindekileri amerikan mutfağa bırakmıştı. Buzdolabının fişini takıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LEZÂ
General FictionTolstoy: Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir, der. İki noktada da haklıdır. Ben de tamamen duygularımın esareti altında, yeni bir yolculuğa çıkmış, yolculuk boyunca sızlayan vicd...