Cihan Mürtezaoğlu, Pinhani- Bir Beyaz Orkide
Zifiri karanlık bir odada, açık olsa da bir şey görmeme fayda etmeyen gözlerimle yönümü bulmaya çalışıyordum. Beni buraya Sansar kilitlemişti. Korkuyordum. Karanlıktan korkmazdım ama yaşadıklarım ürkütücü geliyordu. Yalanlarım ortaya çıktığında beni öldürecek sanmıştım. Ama karşısında olağanca gücümle kendimi savunurken hiç de korkuyor gibi durmuyordum.
Beni onun elinden kurtarmaya Gölge gelmişti. Bir sebepten neredeyse aynı anda hayatıma dahil olan bu iki adamın birinden kaçıp, diğerinden iyilik bekleyerek ona sığınıyordum. Hislerim karışıktı. Duygularım karmakarışık. Ama şimdi neredeydik? Asıl soru buydu. Bir alana hapsedilecek kadar cezayı hak etmiyordum. Hem bildiklerimin neredeyse hepsini Sansar'a anlatmıştım. O da beni bıraktığını söylemişti.
"Gölge? Neredesin? Beni kurtarmadın mı?"
Bağırdım ama etrafı göremediğimden yankılanan sesim beni korkuttu. Bir kenara yapıştım. Sesim sanki bir uçurum kenarında, kayalara çarpıp bana dönmüştü. Ama kapalı bir alanda olduğuma da emindim. Çünkü nefes alamıyor gibi hissediyordum.
Bir ses duymayı bekliyordum. Bu sesin de Gölge olmasını istiyordum. Kötü sona mahkummuş gibi beklediğim masalımda kötü adam Sansar'dı sanki. Tüm herkesi aşıp, beni kurtarmaya gelecek korkusuz kahramanım da Gölge'ydi. Süslü masallara hiçbir zaman inanmazdım ama şu an buna inanmayı her şeyden çok istiyordum.
"Gölge, neredesin?"
Ellerimi sağa sola salladım. Karanlık da olsa onu bulabilirdim. Ona dokunup, onu hissedebilirdim.
"Git buradan Mihre. Kaç benden!"
"Gölge?"
"Arkana bakma koş."
"Ama ben bir odadayım. Kilitli kaldım burada."
"Hapsolma oraya, kapıyı bul kaç!"
Benimle dalga mı geçiyorlardı? Ben Gölge'nin beni kurtarmasını istiyordum. O ondan kaçmamı söylüyordu.
"Gölge bana yardım et, hiçbir şey görmüyorum."
Ses gelmedi.
"Mihre?"
Olduğum yere sindim. Bu oydu. Bana seslenen Gölge değil bu sefer Ahu'ydu. O an anladım rüya görüyordum. Onu rüyamda görmeyeli de epey olmuştu. Hastanede gördüğümde çıkan cılız ve güçsüz sesiyleydi. Zaten hafızamda bir tek o anı vardı.
"Ahu?"
"Hani bana yardım edecektin Mihre?"
"Ama ettim. Daha ne yapayım?"
"Hayır. Hayır. Bize yardım et."
"Ne diyorsun?"
Ensemde bir ürperti hissettim. Bir bebeğin ağlama sesi duyuldu. Bir el ateş edildi. Kurşun bana mıydı? Canım yandı. Göğüs kafesimde bir acı, oraya dokununca da bir sıcaklık hissettim. Beni kim neden vurmuştu? Üstelik kalbime girdiği belli olan kurşun beni neden hemen öldürmüyordu?
"Kimse yok mu? Gölge?"
Kaçmaya kurtulmaya çalıştım. Ben de herkesten önce kendimi düşünmeliydim. El yordamıyla bir kapı kulpu buldum. Onu açmaya zorladım, zorladım. Kanım yere akıyor ses çıkarıyordu. Ama o an anladım ki bu odadan kaçışım yoktu, bu oda benim sonumdu. Ensemdeki ürperti yeniden geldi. Sıcak bir nefes kulağıma yaklaştı. Ürperdim. Onu tanıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LEZÂ
General FictionTolstoy: Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir, der. İki noktada da haklıdır. Ben de tamamen duygularımın esareti altında, yeni bir yolculuğa çıkmış, yolculuk boyunca sızlayan vicd...