Uzun süreli gecikmeden dolayı kusura bakmayın. Elimde olmayan sebeplerdendi. :/
İlyas Yalçıntaş- Dönebilsen
Keyifli okumalar :)
Hayatı tahminler üzerine yaşamayı çok kısa önce öğrenmiştim. Öncesinde yaptığım planlarla övünen biri olarak bu şaşırtıcıydı. Kesinlik, benim aramalarımda ilk sıraydı ama bu bile göz ardı ettiğim bir şeydi artık. Yaptığım ilk tahmin Ahu'nun ölümüyle Sansar'ın bir bağlantısının olacağı üstüneydi. Onu bulursam her şeyi bulacakmışım gibi davranmıştım ve kısa bir araştırma Yeraltı'na girmek için yetmişti. Sonrasında tahminler artarak devam da etmişti.
Yorgun ve bitkindim. Üşümüş bedenimi ısıtmak için ısıtıcıyı açtım. Birbirimizi fiziksel olarak yıpratmanın iyi bir şey olmadığını da arabaya oturduğumda ağrıyan sırtımdan anlamıştım zaten. Bileklerim, dizlerim her türlü eklemim de cayır cayır yanıyordu. Kendimi bıraksam üç gün aralıksız uyurmuşum gibi hissediyordum. Ama tek yaptığım ve yapacağım son ana kadar direnmek olacaktı.
Kağıtta yazan orman evleri hakkında Gölge'ye hiçbir şey soramamıştım. Gerçi ona cevabını net aldığım hiçbir soruyu sormuş değildim, sadece o acısını tükürür gibi parça parça şeylerden bahsetmişti. Ben de sessizce dinlemiş, teselliye ihtiyacı olan tek kişi oymuş gibi sessizce varlığımı belirtmiştim.
Bildiğim tek şey ikisinin uzun zaman önce tanıştığı, birbirlerini sevdikleri ve bir gün Ahu'nun hesapsızca, zamansızca, Gölge'nin yanından ayrılması ve onu terk etmesiydi. Bu iş şaibeliydi tabi. Gölge gibi birinin terk edilme ihtimali benim gözümde sıfırdı. Bunu değerlendiren aklım ve mantığım değil, elbette kalbimdi ama sorunsuz giden ilişkilerine aldıkları bir darbe gibi bahsetmişti Gölge bu ayrılıktan, bir kağıt parçasıyla gitmek, birbirlerini çok iyi tanıdıklarını iddia eden insanlar için mantıksız olurdu.
Arabanın içinde elimdeki telefondan buraya yakın orman evlerine bakarken ekranda annemin ismi belirdi. Derin bir nefes aldım. Birkaç kez öksürerek boğazımı temizlemeye, sesimi düzeltmeye çalıştım.
"Efendim?"
"Nasılsın annecim?"
"İyiyim anne."
"Dinleniyor musun? Kusura bakmadın değil mi sabah Leyla'nın peşinden çıktığım için."
"Hayır anne ne kusuru?"
"Neredeyse akşam olacak bak, sen de gel bize hadi bebeğim, baban seni almaya gelsin, yemek hazırlarız birlikte, sonra da yeriz."
Saat neredeyse beş olmuştu. Yağmurun altında ne kadar da uzun süre kalmıştık. Sessizliği dinlediğimiz anlar bile benim düşündüğümden çok olmalıydı. Birden panikledim. Annemlerin evime bakması yeni bir azar seli demekti, bunu istemiyordum.
"Yok anne olmaz!"
"Niye?"
"Ben uyuyacağım zaten yemeğimi çoktan yedim."
"Kızım gel işte, burada kalırsın hafta sonu ya yarın, birlikte oluruz ne güzel. Sen kendine iyi bakamıyorsun işte biraz anne yemeği ye. Ben sana bakarım."
Şu an en sevdiğim yemekleri yiyecek iştahım bile yoktu. Toparlanmak adına bir şeyler yemem gerektiğinin farkında olsam da bu şu an gerçekleştirebileceğim bir eylem değildi.
"Belki yarın anne şu an değil ama tamam mı? Çok yorgunum kapatalım mı?"
"Mihre? Ne oluyor yavrum? Sesin neden böyle? Hiç de uyuyacak gibi değilsin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LEZÂ
General FictionTolstoy: Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir, der. İki noktada da haklıdır. Ben de tamamen duygularımın esareti altında, yeni bir yolculuğa çıkmış, yolculuk boyunca sızlayan vicd...