Bölüm çok gecikti, farkındayım. Ben de haftada bir düzenli bölüm attığı yazı özledim ama olmuyor olmuyor. Neyse keyifli okumalar, umarım seversiniz.
Tuğkan-Kusura Bakma
Beğeni ve yorumlarınızı eksik etmeyin :)
Dönüşüm muhteşem olmuştu. Yalan değil gerçekten, muhteşem(!).
Caner'le hava durumunu hiçe sayıp bahçeye çıkmasaydık aslında iyiydi ama anında beş yaşına dönmüş iki yaramaz olduğumuzda, hastane dışına çıkmakta da sorun görmemiştik ve devamında benim onu üzerindeki kapüşonludan yakalamam ve onun da dengesini kaybedip, temizlense bile kenarda kalmış buzda kaymasıyla düşüşümüz gerçekleşmişti. Geriye düşmek ölüm gibi bir şeydi. Ellerimle kendimi koruyabileceğim bir alan da olmamıştı ve ben bir yana çektiğim Caner bir yana savrulmuşken, acaba bizden rezili var mıdır dünyada diye kendimi bir de kendim utandırmıştım. Etrafta içeri girip çıkan hastalar ya da hasta yakınları hariç pek kişi yoktu ama görenler bile yeterdi.
Neyse ki fazla hasar yoktu! Önce Caner kalkmış, sıcaklıkla güldüğü yerden kalkarken acıdan değil de gülmekten güçsüz düşmüş gibi bir poz sergilemişti. Ben de ağlanacak halime gülmeden edememiştim. Ama bu demekti ki, ikimiz de acıyan kıçlarımızı tutarak, geldiğimiz yolu tıpış tıpış geri dönelim. Hastanede halimizi görenler, dönüp bir daha bakıyorlardı. Neyse en azından, montsuz halimizle bu havada böyle dışarı çıkılır mı deliler deseler bile, bizi ilk kez hasta olarak da buraya giren birileri sayabilirlerdi ki bu işime gelirdi. Başkalarının bakışları sinir katsayımı yeniden yeniden artırırken, yanımda acısına rağmen sırıtan Caner'i de görmezden gelemiyordum.
"Gülme ya, hepsi senin yüzünden oldu!"
"Abartma Mihre! Abandın kızım resmen üzerime!" Elimi beş kardeşi gösterircesine havada salladım.
"Düzgün konuş, kırmayayım ağzını."
"Sen bu şiddet yanlılığıyla daha çok çekersin."
"Off." Kolumu bana yardımcı olsun diye mecbur omzuna atmıştım ama Leyla'nın odasına yaklaştığımızda, Gölge'nin gazabından korktuğum için geri çektim. Ne kadar akraba, kardeş(!), arkadaş desem de dinlemiyordu sonuçta. Caner, bunun bilincinde bana alayla sırıttı. "Enişte yola getirmiş seni."
Ona üstten bir bakış atmaya çalıştım. Ama boyum ondan kısaydı. "O ben olabilirim, yani yola getiren."
Kesin öyledir der gibi kafa salladı. Adi! Cevap vermeden, yürüyüşümü düzeltip, kapıyı açtım. Kalçamın altı kesin moraracaktı, belki çoktan bile morarmıştı ve bunu Gölge'nin göreceğinden emindim ama şimdilik her şey yolunda gibi içeri dönüp, yaklaşık 10 kişiye dalga malzemesi vermemeliydik. Caner de zaten kendini düzeltmişti.
Aslında sonu acı bitmese eğlenceliydi ve Caner'le yine dayısı mı yoksa halası mı daha eğlenceli atışmasına bile girmiştik yolda ama Elvin'i büyüdüğünde bile bizim gibi dengesiz hareketlere alet etmemeyi de aklımıza kazımıştık. Olan yavruya olurdu! Biz gibi akılsızlarla baş etmek zordu.
Yine de aramızdaki bu çekişmeli ilişki, abim ve Leyla'nın düğününden beri vardı ve bu tatlı sert dostluk kıvamından, ölene kadar da kopmazdık buna emindim. Caner hep zevzek kalacaktı, gelmişti 22 yaşına belki daha fazla, ee ben inat uğruna dağı delerdim; yani 7'mizde neysek 70'te de o olacaktık.
Kapı açılıp bizim içeri girdiğimizi görenler, sayıca azalmışlardı. Zaten hava kararmışken ve artık saatlerimizi geçirdiğimiz hastaneden de ayrılmamız gerekecekken, annemler ve Leyla'nınkiler odadan çıkmıştı. Leyla uyuyordu. Abim de uyuyan bebeğini kucağına almış, sözde onu izliyordu ama hali çok sevimli gelmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LEZÂ
General FictionTolstoy: Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir, der. İki noktada da haklıdır. Ben de tamamen duygularımın esareti altında, yeni bir yolculuğa çıkmış, yolculuk boyunca sızlayan vicd...