Profesör, buz mavisi gözlerini amfideki öğrencilerin üzerinde gezdirdi. Ellili yaşlarının ortalarında zayıf fakat fazlasıyla dinç bir adamdı. Saçlarının arasına karışmış beyazlıklar onu yaşlı göstermekten çok daha farklı bir hava katmıştı. Tok sesi sınıfın duvarlarında yankılanırken herkes pür dikkat kendisini dinliyordu.
"Persona..." dedi yavaşça. Ve elindeki kumandayla sınıftaki ekrana bir görüntü yansıttı. Ekranda yüzün neredeyse yarısını kapatan siyah, işlemeli bir maske vardı.
"Bir diğer adı maske..." Bakışlarını ekrandan çekip tekrar öğrencilere baktı. "İsviçreli psikiyatr Carl Gustav Jung, tarafından ortaya atılmış bir kavram bu." Yaşlı adam iki elini de kürsünün kenarlarına dayayarak önündeki kağıda baktı.
"Bu kavramı daha önce duyan var mı?" Sorduğu soruyla birlikte bakışlarını tekrardan öğrencilere çevirdiğinde kaşlarını çattı. Teyit etmek istercesine sorusunu tekrarladı.
"Bilen yok mu?"
Sınıfın açık kapısından merakla, içeriyi izleyen iki kişi daha vardı. Fakat ne profesör fark etmişti onları ne de diğer öğrenciler... Kapıdaki kumral, gözlüklü adam bunalmış bir şekilde gözlerini yanındaki kadına çevirdi.
"Dersin bitmesini beklemek zorunda mıyız gerçekten? Şimdi girelim?" Sıkılmış sesi genç kadının gözlerinin hafifçe kısılarak gülümsemesine neden olmuştu.
"Dikkat çekmemeliyiz Egemen. Birazdan biter." Genç adam gözlerini devirerek omuzunu kapıya yasladı. Her ne kadar sıkılmış olsa da gergindi. Ve dikkatliydi... Gözlerini kısa bir an için sınıftan çekip koridora çevirdi. Birkaç üniversite öğrencisinden başka kimse yoktu. Tuttuğu nefesi usulca geri verirken yanındaki kadının da en az kendisi kadar gergin olduğunu fark etti.
"Hocam, maske dediniz? Kişilikle ilgili bir şey olabilir mi?" Profesör, koca sınıftaki tek bir öğrencinin cevap vermesine kaşlarını çatarken gözleriyle en arka sırada oturan öğrenciyi aradı.
"Psikoloji dersinde fizik konuşamayacağımıza göre? Sanırım kişilikten bahsediyoruz bu durumda!" Yaşlı adamın aksi sesiyle birlikte birkaç öğrenci daha, cevap veren gence gülmüşlerdi. Genç kız utançla oturduğu yere sinerken Profesör, kürsüdeki kalemi alarak slayt ekranının önünde yürümeye başladı.
"Benim dersimde konuşmak için konuşmayın. Dikkate değer bir şeyler söylemeyecekseniz sizi dinlemek zorunda değilim. Başımı ağrıtıyorsunuz..." derin bir nefes alırken, kapıda kendilerini dinleyen bir çift gözden biri kısıldı. Bu genç kadındı. Tuhaf bir şekilde bu adamın egosunun neden bu kadar büyümüş olduğunu merak ediyordu.
"Persona... Kişiliğimizin en dıştaki tarafıdır. Gerçek kişiliğimizi saklamaya meyillidir. Kısacası, bireyin, toplumun arzu ve isteklerine göre davranma ihtiyacından ortaya çıkar." Profesörün gözleri kısa bir süre slayttaki maskede takılı kaldı. Yorgun bir şekilde nefesini verdiğinde iki elini arkada birleştirerek gözlerini tekrardan sınıfa çevirdi. Ruh hali karmaşıktı. Bu sefer gözlerindeki keskinliğin aksine yüzünde hafif bir tebessüm vardı.
"Hepimizin bir iç dünyası olduğu kadar dış dünyası da var. Öyle değil mi?" Bakışlarını yavaşça sınıftan çekip elindeki kumandayla akıllı tahtadaki slaytı değiştirdi. Bu sefer ekranda iki farklı insan karakter figürü vardı. Birisi gülerken bir diğeri ağlıyordu.
"Jung'a göre, insanların birçok Persona'sı bulunmaktadır. Burada, akıllara şu soru geliyor. Taktığımız maskeler kişiliğimizin bir parçası mı? Yoksa gerçek kişiliğimizi saklamak için kullandığımız bir araç mı?" Elindeki kumandayla akıllı tahtayı kapattıktan sonra kürsünün önüne doğru adımladı. Kumandayı kürsüye bırakırken alaylı bakışlarını öğrencilerin şaşkın bakışlarına doğru çevirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PERSONA'NIN DÜŞÜŞÜ
Action***MİNİ GİRİŞ BÖLÜMÜNÜ KESİNLİKLE OKUYUNUZ. Ben içimdeki şeytanı öldürmüş bir zebaniydim belki ama o... O, şeytanın cennetten kovulmamış ilk hali gibiydi. Öylesine zarif, öylesine güzel, ve de öylesine yalan... Dudakları açıkta kalan boynuma küçük...