Özüm durgundu. Duyduğu sela sesinden sonra bir türlü kendisine gelememişti. Vefat edenin kimliği kulalarında yankılandığında ise artık sel olup gelen gözyaşlarını tutamamıştı. Bu köye geldiğinden bu yana belki de köy içinde kendisine en yakın hissettiği kişinin acı çektiğini duymasıyla içi parçalanmıştı.
Alper, Eda ve Özüm yavaş adımlarla taziye için cenaze evine giderken her birinin cümleleri boğazlarından firar edemiyor, nefesleri tıkılıp kalıyordu yüreklerine. Ne diyebilirlerdi ki? Ölüm, sessizliğin mesken tuttuğu ve elden hiçbir şeyin gelmediği bir olgu değil miydi? Ya ölen gencecik bedenin toprak olduğunu bilmek, ardında sevdiği, gözünden kıskandığı bir yar bıraktığını bilmek...
Özüm'ün acısının sebebi ise hikâyeyi tüm çıplaklığı ile bilmesiydi. Cenaze evine geldiklerinde gözleri Çiğdem'i gördü Özüm'ün, genç kızın etrafında bir sürü insan olmasına rağmen o boş bakışlar ile bir noktaya odaklanmış öylesine bakıyor gibiydi. Sanki etrafında hiç kimse yok gibiydi tavrı. Donmuş bir beden tepkisiz bir yüz ifadesine sahipti. Adeta ruhu bedeninden çekilip alınmış gibiydi. Ölü bakışlara sahipti, sevdiği adamla birlikte kendisi de toprağa gömülmüş gibiydi sanki. Alper Özüm'ün omzuna dokunup erkeklerin bulunduğu kısma geçeceğini belirtti. Onun da gözlerinde bir hüzün vardı. Özüm onaylayan bakışlarını sunduğunda Eda ile birlikte Çiğdem'in yanına gitti. Tam önüne doğru eğilerek genç kızın önünde diz çöktü. Buz gibi olmuş ellerinden tutarak varlığını hissettirmek istedi. Çiğdem ellerine değen sıcaklıklara bakışlarını şöyle bir değdirdi sonra başını kendisine buğulu gözlerle bakan genç kıza döndürdü. Onu gördüğü an, sırdaşı, ablası yerine koyup sevdasını paylaştığı kızı gördüğü an "Özüm." Dedi derin bir uykudan uyanırcasına. Birden ellerini ondan çekerek sımsıkı boynuna sarıldı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Ölüm haberinden bu yana akmayan gözyaşları sel olup akmaya başlamışken şimdi Özüm de ona eşlik ediyordu. Genç kızın gözlerinden yaş yerine g-hissedilir derecede bir acı sızıyordu.
"Canım acıyor abla, canım yanıyor, o orada toprak altındayken yaşamam bana hak değil abla, biz daha yeni kavuşmuşken onun yeri orası değil. Üşür ki o orada, beni görmeyince korkar ki yüreği, abla kulun kölen olayım götür beni ona, mezarına götüremediler beni, kulun kölen olam ablam beni ona götür. Sevdiğime götür, sevdam diyen yüzünü göster bana." Dedi yalvarırcasına ağlıyor, gözyaşları hıçkırıkları ile serbest kalıyordu.
Özüm, bu genç kızın haline dayanamıyordu. İlk geldiği zamanlarda tanımıştı onu, bir öğrencisinin ablasıydı. Hüzün akıyordu bakışlarında, sesi hep özlem kokuyordu. Bir gün gözyaşlarına şahit olmuştu Özüm, sorduğunda ise öğrenmişti acı hikâyesini. Hasan adında bir genci sevmişti genç kız, ailesi hasta diye vermemişti Çiğdemi Hasan'a. Çiğdem diretmişti sonuna kadar. Babası başka bir adama vermeye kalktığında ise kendisini öldürmeye kalkmış ve onunla yaşayacağım tek bir saniye bile varsa onunla olmak istiyorum. Eğer beni ona vermezsen baba beni gömdüğün kara toprağı sevmek zorunda kalırsın, diyen kızını ölümün kollarından çekip almıştı adam. Babası razı gelmiş ve kızını ölüme adım adım yaklaşan adama vermişti. Daha bu yaz evlenmişlerdi. Çok mutluydular, Hasan'ın tedavisi bile iyi yönde gidiyordu. Ta ki bir gece ansızın yaşanan beklenmedik bir kalp krizi gerçekleşene kadar. Tedavi iyi gidiyor derken ölüm başka bir kapıdan almıştı genç kızın ellerinden sevdiğini. Adamın son sözleri "Seni hep seveceğim". Olmuştu. Bunları canı yanarak anlatıyordu genç kız. Bu hikâyeye şahit olan biri daha vardı ki nefes almayı bile unutmuştu. Özüm genç kızın onun saçlarını teskin edercesine şefkatle okşarken kapının önündeki Alper'den habersizdi. Onun gözleriyle buluşan bakışlarında bir tuhaflık vardı. Yumruk yaptığı elleriyle oradan uzaklaşmasını sessiz bir film gibi izledi Özüm ama o an oradan uzaklaşması onun peşinden gitmesi imkânsızdı.
***
Çiğdem, yapılan sakinleştirici ile kendinden geçmişti. Özüm, genç kızın yatağının başucunda ıslanan gözlerinin kenarlarındaki yaşları elleriyle silerken başına minik buse kondurdu. Ne diyebilirdi ki? Hangi teselli cümlesi yüreğindeki yangını söndürebilir, acısını soğutabilirdi ki? Ateş düştüğü yeri yakmıyor muydu? Derin bir nefes alıp verdi ve onu uyandırmamak için yatağının başucundan kalktı.
Eda kadınların yanında otururken, Özüm biraz hava almak için bahçeye çıktı. Yakılan ağıtlar, Çiğdem'in katmerlenen acısı ve dökülen gözyaşlarına şahitlik eden yarım kalmışlık. Ağır ve bitik adımlar ile bahçeye çıktığında bir köşede Alper'in tek başına bir oturakta oturduğunu gördü. Hava kararmış yıldızlar her şeye inat tüm güzelliğini gökyüzünü süsleyerek gösteriyordu. Bu tezatlık Özüm'ün gönül hanesinde sadece tuhaf olarak algılanmıştı. Herkes bir yerlerde bir şeyler yaşıyordu. Kimi içi geçene kadar gülerken kimi içi çıkana kadar acısını gözlerindeki yaşlar ile döküyordu.
Özüm Alper'in yanı başına teklifsizce oturduğunda adam kafasını kaldırıp da bakmadı bile. Onun bu umursamazlığı genç kızın canını sıksa da Alper daha adımlarından burnuna dolan kokusundan tanımıştı onu. Geldiğini anlaması için başını kaldırıp bakmasına, gözlerinin bu ana şahitlik etmesine gerek yoktu.
"Çiğdem." Dedi varlığını hissettirmek istercesine çıkmıştı sesi. Hikâyeyi ona anlatmak belki de onun özlediği sıcaklığına kavuşmak, evim dediği göğsüne başını koyarak hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordu. Bu gece bu evde bir şeyin farkına varmıştı Özüm. Ölüm vardı. Her şey gibi hayatın da bir sonu vardı. Hiçbir şey sonsuza kadar baki kalmıyordu.
"Biliyorum." Dedi adam onun konuşmasına fırsat vermemişti. Sesinden bariz bir öfke hissediliyordu. Özüm onun haklı öfkesine sessiz kalarak karşılık verdi. "Çiğdem ve Hasan'ın hikâyesini biliyorum Özüm." Dedi oturduğu yerde doğrulurken hala genç kızın gözlerinin içine bakmamak adına inatlaşıyordu. Alper, bir daha git demesinden korkarken, Özüm kaybetme korkusunu derinden hissediyordu yüreğinde.
"Bugün o sela sesi kulağımda yankılandığında ölümü hissettim Özüm, varlığını belki de ilk defa bu kadar derinden sarsıcı bir şekilde yüreğim titrercesine fark ettim. Bugün o sela okunmasaydı şu an ne halde olurduk bilmiyorum. Çiğdem'i senin kollarında gördüğümde aklımdan geçenleri aklın hayalin almaz Özüm. Ben buralara senin için geldim ama geldiğim günden bu yana hayatın gerçekleri ile öyle bir yüzleştim ki belki de en acı ve sert tokadı bugün burada o genç kızın gözlerinde gördüm. Hayat bir oyun değil Özüm, anla artık bunu, zaman akıp giderken bir sabah uyandığımda nefes almadığını öğrenecek olma ihtimali, of Özüm of... Anlatamıyorum kendimi, kelimeleri telaffuz edemiyorum. Artık gerçekten yoruldum her an gidecekmişsin gibi yaşamaya alışmışken varlığının sonsuz bir şekilde hayatımdan silinip gitme ihtimali aklımdan canlandığında ben buna katlanamıyorum Özüm. Ama sen, sen bunun farkına varamayacak kadar hala çocuksun. Beni yokluğunla terbiye edip büyütmek için varlığını esirgedin benden ama o gözler seni ölürcesine sevdiğimi göremeyecek kadar kör. Her gün yeni bir hayat dersi aldığın şu köyde hala gözlerini gerçeklere açmamak için direnen inadından yoruldum. Özüm, hayat kısa, yarın kimin gözlerini açacağı meçhul bir ömrün içinde yol alıyoruz. Ölümün varlığını unutarak tek bir sela sesinde yerle bir oluyoruz. Of Özüm, of! Ben daha sana ne diyeyim." Diyerek daha fazla konuşmadan yerinden kalkıp gitmişti. Özüm ise ardından korku dolu bakışlar ile ona bakıyordu. Cümleleri o kadar dokunmuştu ki gözlerinden firar eden acıya engel olamamıştı. Gitme Alper, diye haykıramamıştı. Dili tutulmuş, cümleleri hak ettin sen bunu diye isyan eder gibi dökülmemişti ağzından.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AHÜZAR #TAMAMLANDI#
RomanceSÖZDE DEĞİL ÖZDE AŞK 'IN ADI DEĞİŞTİRİLEREK AHÜZAR OLDU... ALPER VE ÖZÜM'Ün hikayesi AHÜZAR Ah eden yüreklerin ikrar ve inkar yolculuğu....