Gözünü açtığında gözüne dolan ışık rahatsız etti Hilal'i. Tekrar kapattı gözlerini. Birkaç saniye sonra kısık bir şekilde açtı o güzel deniz gözlerini. Bütün uzuvları çalışmayı bırakmış gibiydi. Acıdan başka hiçbir şey hissedemiyordu. Kolunu kaldırmaya çalıştı. Ağzından bir inleme çıktı. Kolunu bile oynatmaya hali yoktu. Büyük uğraş vererek yatakta oturur pozisyona geçti. Ne kadar uğraşmıştı, ne kadar vakit geçmişti bilmiyordu. Biraz dengesizlikle ayağa kalktı. Yataktan destek aldı. Kolunda ki serumu çıkardı. Zar zor bir adım attı. Yavaşça ve güçlükle ulaşabilmişti Leon'un odasına. Kapıdan içeri girdi. Leon'u öylece yatarken görmek onu daha da yıkıyordu. Ama güçlü olmaya ihtiyacı vardı. Eğer o güçlü olabilirse Leon da güçlü olurdu belki. Yanına geçti, elini tutup saçlarını okşadı. Beyaz teni sarı ve hastalıklı bir görünüm almıştı. Bu sarımsı renk olmasaydı çok derin bir uykudaymış gibi görünüyordu. Huzurlu görünüyordu. Bir doktora durumunu soracaktı Leon'un yanından çıkınca. Konuşmak istiyordu Leon'la.
"Canım Leon'um, güzel sevgilim benim beni ne kadar üzdüğünden haberin var mı? Kim yaptı sana bu iğrenç şeyi? Neden bana o parıldayan kahverengi gözlerini açıp bakmıyorsun? Bu gün sabah saçlarını niye taramadın? Gerçi böyle daha çok yakışmış sana. Daha bir masum olmuşsun, daha bir çocuksu. Sanki gerçek sen daha bir ortaya çıkmış. Canının acımayacağını bilsem gelir uzanırım yanına. O güzel kokunun içine biraz da kan kokusu karışmış. En kısa sürede bir hamama gitmen gerek. Seni üniformasız görmek biraz garip geldi ilk başta ama sanırım buna alışmam gerek. Gelecekte seni bir çok kez böyle göreceğim. Daha bir kaç saat önce gördüm seni. Ya da ben öyle sanıyorum. Seni öyle görünce kalbime bir yumru saplandı. Geçmez oldu. Sen gözlerini açmadan da geçmeyecek. Ben o gözlerin tekrar bana güleceğini biliyorum. Fakat fazla hasretlik çekmek istemiyorum. Ona göre teğmen Leon. Kendinize gelin ve vazifenize dönün. Sizin gibi vicdanlı bir askere ihtiyacı olan bir ordu ve asıl başarının askeri olmadığını göstermeniz gereken bir babanız var. Hem Kirya'da şimdi kahrolur. Ne olur inat etme sevgili biraz erken dön aramıza. Burada seni bekleyen bir sürü insan var. Dön o güzel rüyalarından. Hayatımızı o rüyalara benzetelim. Ne boş konuştum demi. Belki bir kitap okusam sana daha güzel olurdu. Ama gerçekten mecalim yok. Senin canını daha fazla sıkmayayım ben. Kendine iyi bak bir an önce de iyileş."
Yanağına hafif bir buse kondurup çıktı Hilal.
"Annem sen nerdesin? Hiç yataktan o halde çıkılır mı? Birde serumunu çıkartmışsın kimseye de haber vermemişşin."
"Leon'u görmek istedim. Durumu nasıl anne,doktorlar ne diyor? İyileşir miymiş?"
"Güçlü bir bünyesi var kızım Leon'un. Aynı senin gibi inatçı oda normalde kurşun kalbe çok yakın gelmiş damarları da zedelemiş lakin bu adam çok çetin çıktı. Yaralarıyla dalga geçiyor gibi."
Gülümsedi Hilal. Hoş ona bile mecali yoktu.
"Anne ben biraz dinleneyim. Sonra dönerim vazifemin başına. "
"Gel ben seni götüreyim odana."
Azize kızını yatağa yatırdı. Gözlerini kapattı küçük Hilal'i. Uyuması da uzun sürmedi. Belli ki bir yerlerde hilal batıyordu, diğer tarafta ise güneş ışıklarını saçmaya başlamıştı. Belki de bu iki gencin sevdası ancak böyle anlatılırdı. Biri geceydi kapkara ama huzurlu. Diğeri ise güneşti. Karanlığı aydınlatıyordu. Ve bütün siyaha hükmediyor,onu bir tek o geceyi içine hapsedip dizginliyordu. Bu iki genç çok zıttı birbirine. Fakat ne karanlıkta parlayan ay, ne de sabah parlayan güneş günbatımında ki ortak uyumu yakalıyordu.