Birkan Nasuhoğlu, Sevda
Üstesinden geldiklerimin ya da altında kaldıklarımın önemini sorguladığım bir akşamdı. Çok daha zor akşamları arkamda bırakmıştım. Gelecek günlerde beni zorluğuyla titretecek şeyler yaşayamayacağımın garantisi yoktu. Gözlerime siyah bir bant geçirilseydi bile olan biten her şeyi görmeyi yine başarırdım. Bunu altın bir madalya gibi başucuma asamazdım fakat göğsümde taşımayı asli görevim bilirdim.
Üstesinden geldiklerimin hiçbir önemi kalmamıştı. Sühan, babasının kucağında ellerini çırparken ve hatta gözlerinin içine kadar gülerken üstesinden geldiğim ne varsa kalbime saplanmıştı. Altında kaldıklarım da fırsatını bulmuşken bana bir çelme daha atmaktan geri kalmamışlardı.
Üflediğim mumların dumanı hâlâ içimde tütüyordu. Ben o dumanların arasından ruhumu kurtarıp Fersah'ın yanına varamıyordum.
Sözler bazen balı fazla kaçmış bir zehri anımsatıyordu. Damaklarım yanıyordu, boğazımın acısına katlanamıyordum. Sözleriyle beni zehirlemeye kalkışmış bir adamın içimi ezmesini sindiremiyordum.
Çocukken parmaklarımın kapı arasına sıkışmasına sebep olan arkadaşımı affetmiştim. Uzaklara dalarak Yusuf'u düşündüğünü bildiğim annemin dudaklarına yalancı bir tebessüm çizmesine kanmıştım. Babamın benden sakladıklarını arkamda bıraktığım heybenin içinden çıkarmamıştım. Kalbimin yumuşak yerleri beni kinden, acımasızlıktan, merhametsizlikten sakınmıştı. Fakat ben Fersah'ın söylediklerini yutmuş gibi yapıp karşısında eskisi gibi dikilemiyordum. Omuzlarıma yerleşmiş dikenlerle duruyordum, parçalamaya ant etmiş gibi hareket eden ellerimle bekliyordum. Çocuğunu gözünden sakınan bir annenin kocaman yüreğiyle sabrediyordum.
Sühan'ı babasından ayıran her şeyden nefret ederken, bunun için Fersah'a kızmayı bir an bile bırakamayarak soğuk bir duvara yaslanıyordum. Yanan ciğerlerime bir faydası olsun diye umuyordum. Hiçbir şey değişmiyordu. Oysa dünden beri ne çok şey değişmişti. Baştan kurmak zorunda kaldığım bir dünyanın tanıştığı zelzeleyle sınanıyordum. Sühan'ı tutmaktan başka hiçbir işe yarayamayan ellerim ciğerlerimin aksine buz parçalarıyla kaplıydı.
"Gitmesi lazım," diye tekrarladım kendi kendime. Uyuyan kızıma bakarken gözlerim ondan özür diliyordu. Yaptıklarım, yapamadıklarım, yapılamayan her şey için binlerce kez özür dilesem de faydasızdı. "Kalması durumu değiştiremeyecek. Gitmesi herkes için en doğrusu." Uykusunda kıpırdanarak avucunu açıp kapattı. "Kalsa da duramaz ki. O durmayı bilmiyor hiç."
Kapının önünde bir hareketlenme sezince sırtımı dikleştirdim, bakışlarımı omzunun üstünden kapı eşiğine çevirdim. Fersah aralıklı kapının orada durarak gölgesinin içeriye kadar devrilmesine yol açmıştı. Ona bu evden gitmesi gerektiğini söylemiştim. İstanbul'a, o hayatın içine dönene kadar başka yerde kalmalıydı. Sühan'ı görmeye geldiğinde kapı dışarı edilmeyecekti tabii ki. Kızının gözlerine bakarken nefesini nasıl tuttuğuna şahit olmuştum. Onunla geçirebileceği vakti çalmayacaktım. Sadece Sühan'ın ona birkaç gün içinde alışmasından, varlığını aramasından endişeleniyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kafes
General Fictionİlk kez koca koca adamların kelamlarını takip etmek için siyah masanın etrafındaki koltuklardan birine oturduğumda on dokuz yaşındaydım. O kadarcık kızın öyle takım elbiseli, ciddi suratlı, ağır laflı adamların içinde ne iş yaptığını sorgulayan düzi...