Bölüm şarkısı: Karsu - Vuslat
Uyumak istiyordum. Gittiğim bir ev bana daha önce hiç tatmadığım o huzuru hissettirmiş gibi dingin haldeydim. Kendime o evin içinde bir köşe bulup kıvrılmayı arzuluyordum. Gözlerimi sakince kapatmayı, güzel bir rüya görme ümidiyle sarmalanmayı, ölüme yakın ama ölümden uzak bir uykuya dalmayı çok istiyordum.
Fersah'a sarılırken yüzüme üflenen o sıcak havanın tek saniyede tüm kemiklerimdeki buzu çözmesine hayret ediyordum. O evin kolları vardı. O kollar bana dolanmışken başka hiçbir şeye uzanamayacaktım ama bundan hiç şikâyet etmeyecektim.
Kaç saniye ya da kaç dakika boyunca birbirimize sarılmış bir vaziyette beklediğimizden bihaberdim. Boyumuzu aşan otların arasındaydık hala. Fersah'la yaşadığım herhangi bir şey kulağa gayet normal gelirken hücrelerimden biri dahi normal hissedemiyordu. Sarılmak içinde hem gül hem de diken barındıran bir eylemdi bana kalırsa. Fersah'la sarılmak avuçlarına batan dikenlerden haz almayı anımsatıyordu. Onun kollarının çevresinde kendimi bir paspasın kenarına sığacak kadar küçük hissedişim gül yaprağının üzerinde parmaklarımı kımıldatmaktan farklı değildi. Yalnızca parmak uçlarım değil, her bir noktam o yumuşaklığı tadıp keyifleniyordu.
Kollarım boşta kaldığında ve onun da kollarının boşta kaldığını bildiren soğukluk vücudumu yokladığında sırtımı nasıl döndüğümü hatırlamıyordum. Ağır ağır yürüyordum. Fersah da arkamdan geliyordu. Bütün o bağırmaların, çağırmaların, deliliği zorlamanın başkahramanları biz değilmişiz gibi büyük bir sessizliği içimize sindirmiştik. Tarlanın sonu gelene kadar yürümeyi sürdürmekten başka seçeneğimiz yoktu. Fersah'ın yüzüne bakmadan, varlığıyla nasıl bir cehennem ateşini koynuma aldığımı açık etmeden adımlarımı ileriye doğru attım. Yol bitmeyecekmiş gibi hissettirirken kalbim kulaklarımı sağır edecek düzeyde atıyordu. Oysaki ben göğüs kafesimi bir tabuttan sayacağını düşünmüştüm. Orada kımıldamayı bırakarak çürümeme sebep olacaktı. Şimdi her şey yazdığım felaket senaryolarının dışına çıkıyordu. Aklımın ermeyeceği büyüklükte bir kıyamet usul usul yaklaşıyordu. Benim senaryolarım ancak o kıyametin estirdiği rüzgâr olurdu.
Siyah bir cipin önüne gelene kadar yürümeye devam ettik. Fersah cipin bagajını hızlıca kolaçan etti. Ben binmeden evvel arabanın içine de göz gezdirmeyi ihmal etmedi. Ön koltuğa kurulduğumda herhangi birine görünme derdi iğne olup etime batarken emniyet kemerini taktım. Fersah da bu esnada şoför koltuğuna yerleşip kendi emniyet kemerini takmıştı. Arabayı çalıştırırken, hiç bilmediğim bir sokağa sapıp sallanmamıza neden olurken ağzımı açmadım. Ona nereye gittiğimizi bir kere daha sormaya gücüm yoktu. Bunun yanında ruhumdaki kalkanın bir kat daha kalınlaştığına kalıbımı basacak durumdaydım. Fersah'ın kollarının şifayı çağıran, şifayı başka tene işleyen bir yanı vardı. Göz kapaklarımın ağır ağır kapanıp açılmasını bu ilaçlı etkiye bağlıyordum.
"Biraz uyu," dedi Fersah en nihayetinde. "Gideceğimiz yere varana kadar dinlen."
Yüzüne yandan bakabileceğim bir pozisyondayken yolu seyretmeyi sürdürdüm. Ona bakarsam aklımı kaybettiğimi sadece kendime değil, Fersah'a da itiraf etmiş olacaktım. Kucağına bıraktığım gerçekle baş edemezdi. "Uykum yok," diye yalan söyledim. O da bunu uydurduğumu farkında olacak ki burnundan bir nefes verdi. Başını hafifçe iki yana salladığını tahmin ediyordum fakat bozuk yolu seyretmek çok önemli bir eylemmiş gibi geriye adım atmadım. "Karnım acıktı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kafes
General Fictionİlk kez koca koca adamların kelamlarını takip etmek için siyah masanın etrafındaki koltuklardan birine oturduğumda on dokuz yaşındaydım. O kadarcık kızın öyle takım elbiseli, ciddi suratlı, ağır laflı adamların içinde ne iş yaptığını sorgulayan düzi...