The Cranberries, Zombie
Bembeyaz bir çarşafın içinde sıkışmış kalmış gibiydim. Kokusu tertemizdi. Daha önce hiç kirlenmemiş, hiç çamura bulanıp rengini kaybetmemişçesine avuçlarımı bastırıyordum yüzeyine. İki uçtan yapılan düğümlere bakarak gülümsüyordum. Bu çarşafı bir daha kimse kirletemezmiş gibi hevesle daha derin nefesler alıp veriyordum.
Fersah'ı ilk gördüğüm gün kenara atılmış bu çarşafı keşfedeceğimi bilmiyordum. Onu itinayla yıkayacağımı, kendimi içine sığdıracağımı ve ben kokusuyla huzura ermişken kocaman ellerin o düğümleri atacağını... Eğer haberim olsaydı korkudan aklım çıkardı. Kendimi bir uçurumun kenarına kadar sürükleyip atmaya epey yaklaşırdım. Yüzüme vuran rüzgâr gözyaşlarımı dondursa da ağlamayı bırakamazdım.
Ben Fersah'ın beraberinde getirdiği duygu çuvalıyla birlikte aşağıya atlardım.
İçimdeki kanmaya, o duyguların hepsini bağrına dolamaya aç yanı söküp atmak için her şeyi yapardım. Çuvalın içinde sadece aşk olmazdı çünkü. Aşkın olduğu yerde mutlaka savaşçılar da olurdu. İkisinin de tozu dumana katacağı bir harp meydanı gözler önüne serilirdi. Fersah'ın omuzlayıp da getirdiği o çuvalın içinden öfke, yenilgi, acziyet, bağlılık, hüzün, kıyamet çıkardı. Aşkın olduğu yerde mutlaka canımıza okuyacak ne kadar duygu varsa o da belirirdi. Bu sebeple ben göğüs göğse çarpıştığım yangınımın yanına bir başka ateşin yakılmasını kabul edemezdim. Kendimi o uçurumdan aşağıya bırakırdım, yüzümde donmuş gözyaşlarımla yere çakılırdım.
Bir arabanın içinde, hepimiz için oldukça önemli olan o toplantıya giderken elimi kalbimin üstüne bastırmamak için tüm bedenimi kasmıştım. Fersah'ın kullandığı araçla yaptığımız yolculuk saatlerce sürecek değildi fakat benim kabullendiğim harlı gerçek boğazıma dayanmış namlu misaliydi. Hal böyleyken de bir dakikayı devirmek bile hiç duyulmamış işkence örneğini anımsatıyordu.
Her bir yanımı sarıp sarmalayan koskoca otları kaynatmak ve onların şifalı sularını içerek iyi olmak istiyordum. Yalnızca kendimi iyi edip kenara çekilmenin derdinde de değildim. Ben Fersah'ın dilindeki mührü kıracak eylemlerin çevresinde temkinli adımlar atmaya başlamıştım. Bunu şimdi farkına varmıyordum ama bunu şimdi tam anlamıyla sindirip adımlarımı sağlamlaştırmanın yoluna sapıyordum.
Onun ilk geldiği vakit Yanık'a dosyasına ulaşmasını söylemiştim ancak hiçbir sonuca erişememiştik. Görmeyi reddeden bakışlarım camın ardındayken kendime başka bir itirafta daha bulundum. Ben isteseydim babamın karşısına geçer, onunla uzun uzun sohbet ederek Fersah'ı esasen nereden ve neyin içinden çekip çıkardığını öğrenirdim. Kılıç Alabeyli anlatmak istemezse onun kilitlerini kırmaya gücüm yetmezdi fakat en azından parçaları birleştirmem için elime birkaç detay sıkıştırırdı. Benim uğraşma halimi, bu işin peşini bırakmama durumumu en içine sakladığı memnuniyetle seyrederdi. Lakin ben bunları yapmak için buzdan havuzun içine bırakmamıştım kendimi. Fersah konuşsun, Fersah anlatsın, o benim içimin ovasına levhalar yerleştirsin istemiştim. Gözlerimin içini yakıp bakışımı değiştiren kıvılcımların üstüne gitmeye onu ilk gördüğüm andan beri açtım. Bunu hayatımızda mühim bir yeri olacağını bildiğim toplantıya giderken kabul ediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kafes
General Fictionİlk kez koca koca adamların kelamlarını takip etmek için siyah masanın etrafındaki koltuklardan birine oturduğumda on dokuz yaşındaydım. O kadarcık kızın öyle takım elbiseli, ciddi suratlı, ağır laflı adamların içinde ne iş yaptığını sorgulayan düzi...