Fazıl Say, İnsan İnsan
Kalabalıklar yanıltırdı.
Ben bir yanılgının pençesine düşerek yürüdüm. Yürüdükçe kalabalığın beni yutmasına izin verdim. Ömrümün en harlı döneminde görebildiğim bu şehrin içimde bir yara haline gelmesine de müsaade etmiş oldum.
Dünyanın durduğuna o kadar çok inandım ki, yanından geçip gittiğim insanların hareket etmediğini düşündüm. Yalnızca ben adım atıyor, ben ciğerlerime kârı olmayan nefesler alıyor, ben düşmanımın ağına bile isteye düşüyordum. Hiç canından bir parçayı kaybetmemiş insanların beni anlayamayacağı davranışlar sergilemek elimde değildi. Ben abimi nasıl kurtaracağımı bilmeden fakat her şeyimi ortaya koyarak o harabe yere giderken, gözlerimin önünde asılmış bir beden görmeyi ummamıştım. Onun diri diri yakıldığını görmeyeyim diye beni uzaklaştıran elleri hiç unutmamıştım.
O kâğıtta yazan adres bu şehirde değil de başka memlekette olsaydı ben yine durmayacaktım.
Halatın dolandığı boyun benim sevdiklerimden birine daha ait olmasın diye hiç aşılmadık yolları aşacak gücümün olduğunu hissediyordum. Sağ gözümden akan gözyaşını elimin tersiyle sildikten sonra kendimi bir taksiye attım. Dudaklarım adresi söylemek için aralandıklarında, küle dönersem annemle babamdan hiçbir şey kalmayacağını biliyordum. Yine de bu yoldan nasıl geri döneceğim bana öğretilmemiş gibi camdan dışarıyı seyrediyordum. Kendimi bir harabenin içinde hayal etmek zor gelmiyordu. Ben kaybettiklerimin arkasından bir batağa batıp orada debelenmeye bile kalkışmamıştım. Ağzımdan, burnumdan girecek olan çamurlar belki boğulmama sebep olacaklardı fakat her yanım zehirli böcekler tarafından sarıp sarmalanmıştı.
Ben zaten içime yayılan o zehir yüzünden, o halat boynuma dolanmadan evvel ölecektim.
Kirpiklerimin titremesini engelleyemeyerek gözlerimi kapattım. Orada çırpınan kuşların kanatlarında çizikler vardı. O çizikleri yuva yaparken kanatlarına işlediklerini biliyordum. Çocukken bir serçeyi avuçlarımın arasına aldığımda, onun kanadının altına giren odun parçasını çıkarması ve iyileştirmesi için babama götürdüğümde öğrenmiştim; kuşlar yuva yaparken canlarını yakmaktan kendilerini alıkoyamıyorlardı.
"Ama canı acıyor baba," diye sızlandı beş yaşlarındaki Betül. "Bir daha uçamazsa ne olacak?"
"İyileşeceğini biliyor," dedi babam yatıştırıcı sesiyle. "Doldurma sen şimdi gözlerini. Yarasını saracağız dedim ya kızım."
"Tamam ama," Klasik itiraz cümlesinin başlangıcını kullanan kız çocuğu için bir gözyaşı daha düşürdüm. "Kanadı kopsaydı ne olacaktı? Yaptığı yuvaya da gidemezdi bir daha."
Babamın gözlerinden bana akan o ipeksi hissi hâlâ anımsıyordum. "O yuva orada olduğu sürece sevdikleri gider," dedi kuşun yarasını iyi ederken. "Yuva her şeyden önemlidir Betül."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kafes
General Fictionİlk kez koca koca adamların kelamlarını takip etmek için siyah masanın etrafındaki koltuklardan birine oturduğumda on dokuz yaşındaydım. O kadarcık kızın öyle takım elbiseli, ciddi suratlı, ağır laflı adamların içinde ne iş yaptığını sorgulayan düzi...