Sezen Aksu, Yetinmeyi Bilir Misin?
Kuvvetli atlar çok koşup kendini durduramadıkları zaman yere kapaklanırlarmış. Asla duramayacak kadar koşmak kaderin ta kendisini anımsatıyordu ve eğer zeminle tanışmanız gerekiyorsa tıpkı o yere kapaklanan atlar gibi damarınız patlıyordu.
Ben durmaya çalıştıkça daha çok hızlanıyordum. O pek kuvvetli at misali yere kapaklanacağımı hesaplamadan, damarım patlayana kadar doludizgin koşuyordum. Duracaktım fakat durduğumda bir damarım eksik olacaktı. Ben yine de aynı iştahla yaşamaya devam eder miydim?
Gözlerimi kapatıp uzun bir yolculuğa çıkmanın nasıl hissettireceğini düşünmek isterken ellerimi seyrediyordum. Avucumun içindeki çizgiler birer yolmuş, o yolları aşmam çok zaman alacakmışçasına iç geçirmekten kendimi kurtaramıyordum. Ben en çok kendimi hatırlıyor muyum diye sormak istiyordum ruhuma. En son neye parçalandığımı, en son neyden kaçtığımı, en son niçin kahkahamı serbest bıraktığımı hatırlamayacak kadar mı hafızamı köreltmiştim?
Mesela ben Kadir Şavk'ın esasen neye öfkelenip hırsını kimden çıkaracağını bildiğimi zannediyordum. Yanıldığımı görecektim. Oysaki bunlara değen bir parmak izim olsun istemiyordum. Koşarken en çok düşünmeyi arkamda bırakıyormuş gibi hissediyordum ama bu kadar çok koşmak beni öldürürse düşünmekten kaçmamın anlamı ne olacaktı?
Kadir konum atıp bizi nerede beklediğini söylerken itiraz kabul etmeyeceğini açık etmişti. Bunları bir de Fersah'a aktarmaya dermanım yoktu. Telefonumun sesi epey açık olduğu ve aracın içinde çıt dahi çıkmadığı için arayan kişiyi zaten farkındaydı. Sessizliğimizi taçlandıran eylemin bu olmasıyla ilgili herhangi bir beklentim olmadığından akıp giden yolu boş bakışlarımla izledim. En nihayetinde Fersah'ın tek kelime etmeden bu nereye varacağı belirsiz yolculuğu tamamlayacağını kabullendim. Konumu ona kısık sesle mırıldandıktan sonra yangında kendi kendini söndürmeyi başarmış ancak bu sefer yalnız kalmış bir ağaç kabuğu gibi içime kapandım.
Yırtıcı hayvanların hiçbiri o ağaç kabuğunu görmeyeceklerdi. Basıp geçerken belki biraz canlarını acıtacaktım fakat bu saniyeler içinde geçip gidecek bir acı olacaktı. Ormanın sonunda bir nehir ya da şelale vardır diye heveslenirken arazinin gitgide kuraklaşmasıyla sınanıyordum. Merak ediyordum; Fersah dişlerini gösterecek kadar devasa, ürkütücü, vahşi bir hayvanın ruhunu ödünç almışken ağaç kabuğuna birkaç saniyeden daha fazla bakar mıydı?
Benim iki yana çekiştirilecek kollarım bile yoktu, çünkü onları kaburgalarımın içine saklamıştım.
Kadir, en derinimde gizlediğim küçük kızın meraklı gözleri onun üzerindeymiş gibi ruhumun iplerinden tutamazdı. Kendi yanına çekmek için tüm gücünü harcarken çığlıklarıma kulaklarını kapatamazdı. Çok uzun zaman önce avuçlarının içine kıvrılmayı reddeden o kıza her istediğini yaptırabileceğini düşünemezdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kafes
General Fictionİlk kez koca koca adamların kelamlarını takip etmek için siyah masanın etrafındaki koltuklardan birine oturduğumda on dokuz yaşındaydım. O kadarcık kızın öyle takım elbiseli, ciddi suratlı, ağır laflı adamların içinde ne iş yaptığını sorgulayan düzi...