Bölüm şarkısı: Melike Şahin - Sarhoş
Savunmasız kaldım. Bana yeni bir deri bahşedilmiş gibi yabancılaştım. Elimdeki bardağı bunun için daha büyük bir kuvvetle sıktım ve eğer kırılıp camları elimi keserse akacak kanı umursamadım. Savunmasız kalmanın kuraklığıyla dudaklarımın kupkuru kesildiğini, gözlerimin içinin kum dolmuş gibi yandığını hissettim.
Fersah, beni hiç bilmediğim bir hanenin kapısına bırakmışçasına ağlamak geçiyordu içimden. Ağlayamadım. Bunun ne denli manasız olacağıyla hızlı bir yüzleşme gerçekleştirip tenimden usulca ayrılmasını izledim. Buz gibi kaldım. Ateşten kapılara yüzümü çarpıp alnımı dayamamışım gibi buzdan bir havuzun içine atladım. Fersah'ın nefesi de yüzümden sıyrılınca kuraklık bedenimden bir ruh gibi eksildi ve onun için okunacak duaları beklemeye başladı.
Kendimi deprem tatbikatında gibi hissediyordum. Hiçbir yerin sallanmadığını, bu binanın başımıza yıkılmayacağını biliyordum fakat yüzüme gözüme hep toz değiyormuş gibi bakışlarımı yukarılara çevirmiyordum. Fersah'ın diğerlerine haber vermek için telefonun ekranında hızlıca oynattığı parmaklarını izliyordum sadece. Tatbikatın bitmesine azıcık kalmışken kendimi saçma sapan bir ruh halinin sınırlarına teslim etmeyecektim. Burada yürüttüğümüz tahminlerden çok daha devasa, karmaşık ve sıkıntılı işler dönüyordu. Adımlarımız önce ağır ağır çıkışa yöneldi, daha sonra bunun bir tatbikat olduğunu hatırlamışız gibi hızlandık.
"Sıkı takibe alınacak adamımız belli oldu," diyen Fersah'ın sesini duyduğumda Yanık'la Cafer'in yanına varmıştık. Başımı hala yere düşürmeden tutmayı başarıyordum ama bunu daha ne kadar devam ettirebileceğim konusunda ciddi bir şüphe boğazıma yapışmıştı. "Şuradan çıkınca anlatacağım."
Mekânı tam manasıyla arkamızda bırakamamıştık çünkü kapı önüne yürüyüp arabalarımızı istemek yerine otoparka gelmiştik. Bunu da benim yerime Fersah'ın düşünmüş olmasından rahatsızdım fakat ne ona imada bulunacak ne de kendimi içten içe azarlayacak kadar sağlıklı bir yerde nefes alıp veriyordum. Fersah nefesini yüzüme vurdu, burnunu şakağıma dokundurdu, nabzım parmağına çarptı diye değil. Tüm bunlar derimde küçücük bir hayvanın var olmasına sebep olup vücudumda tez vakitte tur atabildi diye.
Geldiğimiz şekilde dönme kararı aldığımızda arabalara dağılmıştık. Fersah'ın telefonuna gelen mesaj sesi aracın içindeki yoğun kıvamlı sessizliği kazıyıp yok etmişti. Gözünün ucuyla telefonun kilidini açmadan baktığı mesajı okudu. "Cafer," diye mırıldanırken kaşlarını hafifçe çatmıştı. "Aç karnımızı doyuralım diyor."
Kaşlarımı hayretle yukarıya kaldırdım. "Direkt bu şekilde mi konuşuyor?"
"Senin karnının aç olup olmadığını sormamı istemiş," dedi rahatça nefes alırken. "Ona göre bir şekil yapacak herhalde."
Bacağımı bir diğerinin üzerine atıp beni ayakta tutmaya yarayan tavrımın ipini yeniden elime aldım. Çok uzaklaşmasına müsaade etmeden onu yine işaret parmağıma dolayarak bağladım. "Bana söylenilen şeyi direkt aktarırsan iyi olur. Sıkıntı yaşamayız."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kafes
General Fictionİlk kez koca koca adamların kelamlarını takip etmek için siyah masanın etrafındaki koltuklardan birine oturduğumda on dokuz yaşındaydım. O kadarcık kızın öyle takım elbiseli, ciddi suratlı, ağır laflı adamların içinde ne iş yaptığını sorgulayan düzi...