Mark Eliyahu&Cem Adrian, Derinlerde
Fersah Cesuroğlu'ndan
Karın boşluğumdaki yara izini seviyordum.
Onu bana bırakan kadının gözleri ağaç kabuğuna benziyordu. Yüzümün herhangi bir noktasına o gözlerle dokunduğunda çizik içinde kalıyordum. Ağaç kabuğu kadar kahverengiydi. Ağaç kabuğu kadar, belki daha bile fazla derecede yara açmaya meyilliydi.
Gözlerine ne kadar uzun bakarsam bakayım, başka yere çevirdiğim anda bakışlarıma saplanan buz parçalarıyla cebelleşiyordum. Hiç bakmamışım gibi, saniyelerimi ve hatta dakikalarımı onun gözlerinde heba etmemiş gibi...
Göğsümün üzerinde kırpıştırdığı kirpiklerini özlemekten ciğerlerim kapkara kesilmişti.
Kollarımın arasında olması için kimin kanı dökülecekti yere? Kimler son nefesini vererek, benim ona ulaşmak için harekete geçmek isteyen ayaklarımdaki prangaları sökecekti?
Karın boşluğumdaki yara izine her baktığımda onun nefes alışına şükrediyordum. Ona değmek için çırpınan darbelerin önüne bent çekmişim gibi geliyordu. Sadece benim onu korumama değil, onun da beni korumasına ihtiyacımız vardı. Bu yüzden çakıyı sapladığı için gözlerimi her kapatışımda şükretmeye devam edecektim.
O akşam bana bıraktığı izle gitmesine karşılık inançlarına hiç kavuşamamış biri olmaktan çıkıyordum.
Eğer o inanıyorsa ben de inanırdım ve toprağın altına gömülen her şeyi ortaya çıkarırdım.
Kollarımın arasındaydı.
Bel boşluğundan sırtına doğru uzanan elime bulaşan o yapışkan şeyin ne olduğunu biliyordum. Ağzını açıp bağıran ben miydim? Onu göğsüne bastırarak kollarının arasında küçücük hale getiren, silahını bir kalkan gibi havaya diken ben miydim sahiden? Tüm görüntüler bulanıktı. Sesler birbirine karıştığı için kendi sesimi duymaktan tamamen acizdim. Kaburgama batan bir kurşuna benziyordu ama hayır, öyle değildi. Bir kurşunla sınanan beden benimki değildi.
Betül'ü kendi elinde tuttuğu çakı bile yaralamasın diye delirmiştim. Gözüm dönmüştü. Onun parmaklarını kavrayan parmaklarımı hatırlıyordum. Birkaç dakika önce ben her şeyi hatırlıyordum. Şimdi neden hafızamın etrafına dinamitler döşenmiş gibi geliyordu. Ben yeniden unutmanın yokuşu dik sokağında mı nöbet tutacaktım?
Betül'ün bedenine bir kurşunun saplandığını kimse bana unutturamazdı.
"Fersah," diyen sesi herkesten ve her şeyden sıyrılarak beni talan etti. Gözleri kapanmasın istiyordum. Ağaç kabuğuna benzettiğim gözleri kapanırsa ne yapacağımı kestiremiyordum. Ellerim titriyordu sanki. Benim ellerim titremezdi. Silahı tutan parmaklarım gevşek kalmazdı. Tetiği çekerken tereddüt etmezdim. Benim dilim tutulmazdı hiç. İstemediğim için konuşmazdım. Eğer konuşmam gerekirse sesimi sonuna kadar duyururdum. Benim şimdi sesim de mi o çukura saplanıp kalmıştı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kafes
General Fictionİlk kez koca koca adamların kelamlarını takip etmek için siyah masanın etrafındaki koltuklardan birine oturduğumda on dokuz yaşındaydım. O kadarcık kızın öyle takım elbiseli, ciddi suratlı, ağır laflı adamların içinde ne iş yaptığını sorgulayan düzi...