Emre Fel, Öleceksek Ölürüz
Fersah Cesuroğlu'ndan
O ne isterse yapardım.
Hayatta olsaydı, benim yanımda çarpışmaya devam etseydi onun lafını ikiletmezdim. Karlı bir dağın başında beraber nöbet tuttuğumuz gecelerde olduğu gibi sessizleşirdim ve yalnızca onu dinlerdim çünkü onu bir daha dinleyememe ihtimalimin farkında olurdum.
Kılıç Alabeyli benim yanımdaydı. Lafını ikiletmeyeceğimden emin olduğu adamın babasıydı o. Önüme Tunç'un el yazısıyla donatılmış kâğıtları, defterleri koymasaydı da ona güvenirdim çünkü gözleri aynı bakıyordu. İkisi de kaybetmiş adamlardı. Ellerinde mücevherden daha değerli şeyler vardı ve onların bir kısmını gözlerinin önünde ziyan etmişlerdi. Kalanlara zarar gelmesin, kalanlara kimse dokunmasın ve onlar bu bataklıktan çıksın diye debeleniyorlardı.
İkisinin aksine kaybetmiş bir adam değildim. Baştan beri hiçbir şeye sahip olmadığınızda, göğsünüzün bomboş olduğunu bildiğinizde, kaybetmek diye bir şeye de elinizi yüzünüzü sürmüyordunuz.
Derse geç kalmamam için aldığım talimattan sonra kalkıp hazırlanmıştım. Bu talimat kafamın içinde yankılanıyordu. Tunç'un hiç gidemediği üniversiteye benim gitmem için elinden geleni ardına koymayışı ne kadar adildi? Karşımda olsaydı ona tam bir üçkâğıtçı olduğunu söylerdim. Ama karşımda yoktu. Ne dediyse onu yapıyordum ve karşımda olmadığı her ana bilenerek o derslere giriyordum.
Aynı zamanda bütün bu hazırlıklar son bulduğunda, gideceğim yerin neresi olduğunu bilerek yeni detaylara beynimin içinde yer açıyordum. Asıl görevimin ne olduğunun da farkındaydım. "Kızım," demişti Kılıç Alabeyli bundan uzun bir süre önce. Gözlerimin içine bakarken hep dikti. Onların aynı kanı taşıdığına her defasında daha yakından tanık oluyordum. "Sıra ona gelecek. Buna izin vermeyeceğiz çocuk."
Tunç'un kız kardeşini canım pahasına korumak benim için ödüldü.
Çocukken ömrümün çok uzun olmayacağından emindim. Bir arabanın altında kalıp öyle ölebilirdim. Dayak yemekten iflahım kesilince nefes alamayabilirdim. Biri çakı takabilirdi, biri jiletle kendi bileklerini kesmeden önce beni deşebilirdi. Mutlaka ölürdüm. İzin verilmeyen ölümüm nihayet gerçekleşince de kavuşacağım bir yer olurdu herhalde. Bilmiyordum. Emin değildim.
Böyle sefil bir ölümden ziyade Tunç'un kız kardeşinin gölgesi olurdum ve görevim bittiğinde de o gölgenin kaybolmasını sağlardım.
Bu defa ölümü kucaklamak için dünden razı görünme ihtimalim yoktu. Tunç'un kız kardeşi düzlüğe çıkmalıydı. Önce bu olmalıydı. Başka türlüsüne bulaşamazdım.
Sonrasına bakılırdı. Belki sonrası diye bir şey de olmazdı zaten.
Dersten çıktıktan sonra kafamın yerli yerinde durması için sert bir kahve aldım. Normalde içmediğim sigaranın kokusu burnuma dolduğunda ve aynı bölümde olduğumuzu bildiğim çocuk bir dal uzattığında aldım. Kahvem bitene kadar onu da içtim. Aç karnına çok iyi bir bok yemediğimin farkında olsam da bir derse daha girmem gerektiği için ayık kalmalıydım. Geceleri çalıştığım başka dersler vardı. Görevi üstüme almaya az kalmıştı. Her şeyi eksiksiz halletmeliydim. Bu labirentte en ufak pürüze yer yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kafes
General Fictionİlk kez koca koca adamların kelamlarını takip etmek için siyah masanın etrafındaki koltuklardan birine oturduğumda on dokuz yaşındaydım. O kadarcık kızın öyle takım elbiseli, ciddi suratlı, ağır laflı adamların içinde ne iş yaptığını sorgulayan düzi...