Orange Blossom, Ya Sidi
Mısır arabasının önünde yeni mısırların pişirilmesini bekleyen genç kıza onun göremeyeceği bakışlarından birini yolladı. İzmaritini parmaklarının arasında dağıtmak istediği sigaradan son nefesi içine çekti. Duman dudaklarının arasından havaya karışırken, Deva'nın kendisine dönmek üzere olan kahverengi gözlerini hissetti. Bir yara bandının altında kalan, neye benzediği bilinmeyen incecik yaradan etini koparırcasına bakışlarını sahil yoluna çevirdi.
"Tunç," İsmini duymak izmariti kayanın üstüne bastırmaktan alıkoymadı onu. Salih'in başında dikilmiş bir halde durduğunu zaten biliyordu. Cevap vermesine gerek kalmadan, söyleyeceği şey her ne olursa olsun önüne dökeceğini farkındaydı. "Bu kız sana âşık."
Cümlenin içindeki kız Deva'ydı. Âşık olduğu söylenen kişi Tunç'tu. Dudakları burukça iki yana kıvrılmak istediler fakat yüzünde küçücük bir mimik dahi canlanmadı. Deva ile Tunç içinde aşk olan hiçbir cümlenin içine geniş geniş serilemiyorlardı. Salih'in dile getirdiği gerçek başlı başına felaketti.
"Adam eksiğimiz yok, değil mi?"
Sevdiği kızın kendisine âşık olduğunu başka bir ağızdan duyan hiçbir erkek böyle karşılık vermezdi. Ancak Tunç, bunları konuşacak olursa kendi kafasına silah dayamış olacaktı. Namlu tam şakağında duracaktı ama sıkmadığı sürece buna eziyetten başka ne denecekti?
"Her yerdeler," derken nefesini seslice bıraktı Salih. "Senin gözün hep orada zaten... Uçsan şimdi şaşırtmayacaksın."
Babası yine Deva'yı onlara bırakıp işlerinin peşinde koşturmaya gitmişti. Ömrü boyunca ona emanet edildiği söylense Tunç'un gıkı çıkmazdı. Kızı gözünden daha iyi koruyup kollardı fakat onu bu cehennemin içindeyken, ateşler kirpiklerini yok edip gözlerinin rengini değiştiriyorken kollayacak olan biri yoktu. Ailesi için kavrulmak, kardeşi için ölmekten beter bir vaziyete ellerini gömmek onun gerçeklerim diye bağrına bastıkları olmuştu. Bir de Deva'nın aşkıyla kurumuş topraklarına hiç yağmur damlası düşmüyormuş gibi hissetmeyi bırakamıyordu.
"Tunç," dedi Salih bir kez daha. Parmaklarının arasında yuvarlayıp durduğu çakmakla ruhunun kıyılarını ateşe tuttuğunu biliyor muydu? "Neden kaçıyorsun sen? Kızı görmediğini söyleme bana. Parmağımı sokarım o gözüne Allah çarpsın."
Tunç, her şeyi gördüğünü belli edercesine bakışlarını yine Deva'nın olduğu noktaya sabitledi. Kız sanki parmaklarının ucunda durmazsa yetişemeyecekmiş gibi mısır arabasının önünde yükseldi. Genişçe gülümseyerek, teşekkür ettiğini ele verip dudaklarını kıpırdatarak üç mısırı aynı anda tutmaya çalıştı. Birini düşürecek gibi olunca gözlerini irileştirdi ve anın verdiği telaşla dişleriyle mısırı yakaladı. Bu onu utandırmış olmalıydı. Yeniden ayak tabanlarının üstüne basarak Tunç'un oturduğu kayalığa doğru yürümeye koyuldu. Üstünde çiçekli bir elbise, kollarında incecik hırkası, ayaklarında yazlık ayakkabıları vardı. Saçları sahildeki rüzgâra yenik düşerek yüzünü kapatmaya kalkışıyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kafes
General Fictionİlk kez koca koca adamların kelamlarını takip etmek için siyah masanın etrafındaki koltuklardan birine oturduğumda on dokuz yaşındaydım. O kadarcık kızın öyle takım elbiseli, ciddi suratlı, ağır laflı adamların içinde ne iş yaptığını sorgulayan düzi...