Bölüm şarkısı: Emir Can İğrek - Sapa
Bir ateş yaktı. O ateşin dumanı önce burnunu, sonra boğazını sardı.
Ateşin harı parmaklarının arasına incecik bir renk verdi. Deva, o renge bakarken yaktığı ateşi söndüremeyeceğini hissederek kaderine iç geçirdi.
Ten rengine boyanmış tırnakları çok uzun değildi. Yüzük ve işaret parmağına geçirdiği iki halkanın da hatırası vardı. Tunç'un bilekliğinden düşen iki parçaydı bu halkalar. Onlara iki tane çiçekli boncuk takıp eklem yüzüğü haline getirmişti Deva. Şimdi mezuniyet balosuna giderken parmaklarında ona ait bir şeyler görmek hoşuna gidiyordu.
O ateş biraz daha boğazına dolanırken dudaklarını ele geçiren tebessüm sıcacıktı. Tunç onu kırmayıp mezuniyet balosunda yanında olmaya karar vermişti. Bu dünyanın değil ama Deva'nın bahçesindeki incirlere can veriyordu. Hüznünü hiç var olmamışçasına ortadan kaldırmıyordu. Hüznü incecik bir tül misali onun omuzlarına asılmıştı; gelinliği anımsatan uzunluğuyla peşinden sürükleniyordu. Hüznü görenleri hayran bırakacak kadar güzeldi. İlk adımını attığında bile o incecik tül omuzlarını süslüyordu. Belli ki son nefesini verirken de omuzlarından düşmemeyi seçecekti.
Tunç Alabeyli, evinin bahçesinde onu beklerken Deva'nın gözlerinden yaldızlı ırmaklar boşalacaktı neredeyse. Bunu inanmıştı. Bu inanmak için güzel bir andı. Dizlerinin altında biten kabarık eteğini düzeltip aynadaki yansımasına son bir bakış attı. Elbisesinin kolları ya da omuzlarını saran askıları yoktu. Bir kalp şeklindeydi göğsündeki şekli. Beline kadar tamamen sarmıştı Deva'nın vücudunu. Kızın incecik beli ortaya çıkarken elbisenin rengi de beyaz tenini daha çok parlatmıştı. Kırmızı. Koyu bir kırmızı eşlik ediyordu bu akşam ona. Belden itibaren bollaşıp kabarık ve tatlı bir görüntü sunan elbisenin kumaşına dokundu parmak uçlarıyla. Bugünün hatırasını üzerinde taşıyacak olan kıyafeti şanslıydı. Diğerlerinden çok başka bakacaktı artık ona.
"Bugün bana bir şeyler anlat," diye fısıldayarak çıktı odasından. Kirpiklerinin uçları kaşlarına değiyordu. Dudaklarının rengi kan kırmızısıydı. Göz pınarlarına sürülmüş ışıltının Tunç'un gözlerine yıldız gibi düşmesini istiyordu. Onu beğensin, ona bakarken göz kapakları ağırlaşsın, ellerinin içi buz kesilsin. Bunları istemekten kendini alamayarak dudaklarını sessizce kıpırdattı: "Bugün önce bana bir şeyler anlat, sonra kollarının arasına al beni."
Tunç en çok kar yağarken gülümserdi ve Deva onun gülümsemesini izlemekle ilgili kimsenin çözemeyeceği bir bağ kuralı hayli zaman olmuştu. Mevsimlerden ilkbahar, aylardan mayıs olduğu için adamın bahçede sıkıntıyla tur attığını gözünün önüne getirebiliyordu. Elindeki çantanın incecik sapını omzuna asarak merdivenleri arkasında bıraktı. Kapıyı Tunç'a varacağı için bin bir hevesle kendisi açtı ve hiç duraklamadan bahçeye çıkan üç büyük basamağı da indi. Tunç'un aracı birazdan onunla çıkıp gideceklerini belli edecek şekilde bahçenin büyük kapısının önünde duruyordu. Deva gözlerini o kısımdan çektiğinde karşılaşacağı görüntüyü bilerek iç geçirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kafes
General Fictionİlk kez koca koca adamların kelamlarını takip etmek için siyah masanın etrafındaki koltuklardan birine oturduğumda on dokuz yaşındaydım. O kadarcık kızın öyle takım elbiseli, ciddi suratlı, ağır laflı adamların içinde ne iş yaptığını sorgulayan düzi...