31

5.6K 584 417
                                    

Bölüm şarkısı: Sezen Aksu - Köz

Fersah'ın iyileştirmek nedir bilmeyen ellerinin bazı maharetleri vardı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Fersah'ın iyileştirmek nedir bilmeyen ellerinin bazı maharetleri vardı. Kimse bilmiyordu. Kimse bilsin de istemiyordum.

Mesela hep aynı cümleleri kuran insanlar gibi olmayışıyla tedavi oluyordum. Hasta değildim. Geceleri yatağımdan sıçrayarak uyandığım geceler oluyordu fakat bunun sebebi ateşler içinde kalmam değildi. Ağrılara dayanamıyor olmam, üstümdeki pikeyi bile kavramayacak kadar halsizleşmem de değildi. Bazen korkunç rüyalar görüyordum. Aslında bu rüyaların ismi korkunç olmamalıydı. Başka bir şekilde ifade edebilmeliydik onları. Kâbus ya da rüya... Bu kadarla sınırlı olmaması gerektiğine inanıyordum.

Fersah'ın hastalıkla sınanmamış ama sağlıkla da ışıldamamış her noktama nefes oluşuna hayret ediyordum. Hiç beklenmedik bir çağın içinden çıkıp gelmiş gibi hissettiriyordu. Elindeki mumları yakmamıştı bile. Parmaklarını birbirine sürtse oradan çıkan ateşle önce mumları, sonra kendini yakacaktı. Bunu biliyormuş gibi bakıyordu. Fersah'la geçirdiğim saatleri, onun yanındayken soluğumun havaya karışmasını, sessizce ağlamayı, gözlerimin içine bir kahkahanın bulaşmasını sevmekle kalmıyordum; içime kazıyordum.

Nasıl çıkageldiğini, beni neyin içinden aldığını ve o olmasaydı bunca şeyle nasıl devam edeceğimi bilmiyordum esasen. Mutlaka bir çaresini bulmak için didinirdim ama bazen didinmek de çare olmazdı. Çocukluğumla beraber yatağın kenarına çöküp kapının altından sızan ışığı izlerdim. Birkaç gece, birkaç gündüz ve birkaç asır geçerken... Fersah'ın ellerinin yanmasına, buz tutmasına, iltihaplı her yarama şifası oymuş gibi meyletmesine kurşun misali tutunmuştum. Beni onca kanın içinden söküp çıkartılardı fakat bıraktığım izi hiçbir şeyle kapatamazlardı.

Bizim hayatlarımız mutlaka bir noktada kesişmek mecburiyetindeymiş gibi birbirine bakan iki uçta duruyormuş. Haberimiz yoktu. Olması da mümkün değildi. Ben bu mümkünsüzlüğe çivilenip kalmıştım.

Heybeme bırakılan yeni yükümün üstüne dün akşamın tarihi yazılmıştı. Oradan silinmeyeceğini farkındaydım. Her zerrem aynı şeyi fısıldayıp dururken bu yolda dökeceğim daha çok ter olduğu besbelliydi.

Balkonuma çıkmış, uykulu gözlerimi bahçenin sınırları içerisinde dolaştırırken Fersah'ın nerelerde olduğunu bilmiyordum. Bu bilmeme halinden hiç hoşlanmıyordum tabii ki. Balkon demirlerinin arasından bacaklarımı sarkıtarak başımı o demirlerden birine yaslamak istiyordum. Çocukken yaptığım gibi. Babamı bazen bu şekilde beklerdim. Fersah'ı da aynı şekilde beklemek cazip görünüyordu açıkçası.

Yine de aklımı başımda tutmayı başararak ve buna bir parça şaşkınlık besleyerek kollarımı göğsümde kavuşturdum. Ayak bileklerime kadar uzanan hırka bana büyük geliyordu. Bundan memnundum. Beni bıçak gibi esen rüzgâra karşı titremekten alıkoyuyordu. Kaburgalarımın etrafında yaşanan arbedenin önüne ise herhangi bir şey geçemiyordu. Kendimi çok kısa bir süreliğine annemin gözüne uyku girmeden babamın yollarını gözlediği gecelerden birinde hissettim. Balkondaki koltuğa kurulan bu sefer bendim. Annemin omuzlarında bazen şal, bazen ince bir pike, bazen de benim üstümdeki gibi uzun hırkalarından biri olurdu.

KafesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin