26

5.9K 609 349
                                    

Bölüm şarkısı: Emir Can İğrek - Silahım Yok

Bölüm şarkısı: Emir Can İğrek - Silahım Yok

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Yaşı on dokuzdan dört ay kadar büyüktü. Saçlarının kahverengisine karışmış bir tel ak saçı vardı. Ona bakıp gülümsediğinde yaşına dört ay değil, dört yıl eklenmiş gibi hissetti. Deva, o saç telini Tunç için büyütüp beslediği sevdasına doladı.

Çocukluğundan beri babası onu birilerine ya da bir yerlere emanet edip işlerinin peşinden giderdi. Bazen bu saatler, bazen günler, bazen ise aylar sürerdi. Babasının yolunu gözlerken büyümüştü. Fakat büyürken etini kavlatan yaraları da sinesine işlemişti. Başka evlerde durmak, başka insanların yanında bir yük gibi beklemek ona bir işkence yelpazesi açılmış gibi hissettirmişti. Bu insanlar babasına göre güvenilirdi, canını kendi canları pahasına korurlardı. Buruk bir gülümseme yüzüne yayılırken başını hafifçe iki yana sallamıştı. O sadece sonu bilinmez bu yolculukta kalbi eksik atan kız çocuklarından biri olmak istemiyordu. Belki de kalbi doğuştan eksikti, kabul etmesi gerekiyordu.

Alabeyli ailesi hepsinden başkaydı. Yanında kaldığı ya da onun yanına getirilen insanların içinde en rahat ettiği, babasının da gözü kapalı arkasını dönüp gidebildiği tek aileydi.

Deva, öyle günlerden birinde kendisi için ayrılan odanın balkonuna çıkmıştı. Buradan evin arka bahçesini ve etraftaki korumaları görebiliyordu. Alabeyliler profesyonel adamlar tarafından muazzam bir korunma içerisindeydiler. Göğsüne ve göğsünün çevresine güven duygusunun yayılmasına sebep olan şey bu etten bir çemberi anımsatan görüntü değildi aslında. O Kılıç Alabeyli'ye inanıyordu. Kendisine bakarken yumuşacık bir ışıltıyı yerleştirdiği göz bebekleri rahat nefes almasına yol açıyordu. Eşi, Rabia Alabeyli, küçücük yaştayken elinden tutup Tunç'un yanına götürdüğünde ve Tunç ikiletmeden o eli devraldığında ilk kez kuş tüyü bir yastığa başını koymuş gibi hissetmişti.

Taneler halinde yere düşmeye hazırlanan karlar avucunun içine dolsun istedi. Hırkasına sıkıca sarınarak çıktığı balkonda, elini altında bulunduğu çatının dışına uzattı. Parmak uçlarına, bileğine, avucunun içine dokunan kar taneleri gülümsemesini genişletti. Bir ses duyana kadar da çekmedi elini boşluktan. Daha sonra iki avucunu birden balkonun demirlerine yaslayarak başını eğdi. Soluğu kesilirken dudakları bu nefes açlığını gidermek amacıyla aralandılar. "Tunç," diye mırıldandı kendi kendine.

Genç adamın karların ortasına yattığını, elindeki sigarayı yakmaya çalıştığını fark ettiğinde balkondan asılmakla yetinemedi. Yukarıdan Tunç'u izlemenin uçsuz bucaksız memleketleri arşınlamak kadar özgürlük kokan bir yanı vardı. Hayal etmenin, o hayale aldanmanın dudaklarının kenarlarına ektiği minik çiçekler de inkâr edilemeyecek kadar oralardaydı. Fakat yanına gitmenin, her hareketini yakınından izlemenin bambaşka bir kokusu olduğuna inanıyordu. Eğer o kokuyu duyumsamadan devam ederse bir noktada dizlerinin dermanı kalmayacaktı. Tunç'a ulaşmak için atılan her adımın çığlığı vardı aslına bakılırsa. Eğer duymuyormuş gibi yaparsa kendisini sağır etmeye kalkışacaklardı.

KafesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin