Ceylan Ertem, Çaresiz
Gece beni içinde bir leke gibi saklamak istiyordu.
Eğer ona karışsaydım leke olduğum anlaşılmayacaktı bile. Ellerim, gözlerim, ruhum tamamen siyaha bulanmış gibi hissediyordum. Gecenin karanlığından farkım kalmamışçasına attığım sakin adımlarla ona yaklaşıyordum.
Gözlerim kapalı yürüdüğüm o geceden kurtulmak istemiyordum çünkü yıldızları görmeye açtım.
Yürüdükçe bir dağın tepesine çıktığımı gördüm. Oraya bir kulübe yapılmıştı. Ahşaptandı ve küçüktü. Belki çatısından yağmur sızdıracaktı. İçeriye dolan sular dizlerimin üstüne kadar çıkacaktı fakat önemli değildi. Orası beni korkutmuyordu. Göğsümün sıkıştığını, kalbimin endişeyle kasıldığını hissettirmiyordu. Üstelik kulübenin çatısından yıldızları görebileceğime inanıyordum.
"Sen burada boğulursun Betül," diyen ses dizlerimdeki gücü çekti. Olduğum yere çökmek, yağmurla karışarak çamur kıvamına gelmiş toprağı avuçlarımla dürtmek istedim. "Burada hiç yıldız kalmayacak. Hepsi kaybolacak. Sen burada boğulursun güzeller güzelim."
Tunç'un sesiyle beraber kaburgalarımı acıtan irin dolu nehir durdu.
Akmayı bırakan nehrin beni konuşturacağını sandım ama sesim çıkmadı. Abim, "Seni mutluluktan delirtecek olan kulübe bu değil," dedi. "Burada boğulmana izin veremem Betül."
Gece beni içine hapsetmek için neden daha hızlı davranmıyordu?
"Sühan'ı da alıp buraya geleceğim," dedim kısık bir sesle. Gözyaşlarım canımı acıtıyordu. Akmak için benimle savaştıklarını hissetmek onları akıtmama sebep olmuyordu. Israrla tutuyordum. Kendimi böyle büsbütün kasmamın nedeni Tunç muydu? Onun görmesini mi engellemeye çalışıyordum? "Çatı su akıtıyorsa tamir ederiz. Artık başka yere gitmek istemiyorum. Burada kalayım, olmaz mı?"
Gözleri baktığım her yerdeydi artık. Bu kadar güzel bakıyor olmasına dayanamayarak sızlanabilirdim. Yapmadım. Canımın içi kahrolmasın istedim. "Onu buraya getiremezsin." Hayal kırıklığıyla çöken omuzlarıma değmesini istediğim ellerini göremedim. Sadece gözlerine bakıyordum. "Sühan burada senden önce boğulur."
"Hayır," diye mırıldandım avuçlarımı koyu rengine boyayan çamuru hissederken. "Sen boğulmasına müsaade etmezsin." Buruk bir gülümseme dudaklarıma yapıştı. "Abi sen dayı oldun, biliyor musun?"
"Biliyorum abim," dedi Tunç yıldızlar gözlerine toplanmış gibi. "Sühan çok güzel bir çocuk."
"Onu buraya getireyim," derken dizlerim de çamura saplıydı sanki. Çıkamıyordum. "Gülüşünü seyret. Bayılacaksın."
"Onu babasına götür Betül."
Kalbim kıymıklarla dolu bir sandığın içine düşmüşçesine inledim. Acım katlanarak beni yapmaya yakın olduğum her eylemden uzaklaştırdı. "Babası gidecek."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kafes
General Fictionİlk kez koca koca adamların kelamlarını takip etmek için siyah masanın etrafındaki koltuklardan birine oturduğumda on dokuz yaşındaydım. O kadarcık kızın öyle takım elbiseli, ciddi suratlı, ağır laflı adamların içinde ne iş yaptığını sorgulayan düzi...