Bölüm şarkısı: Manuş Baba - Ben Sana Vurgunum
Bir gün dünya biterdi. Bir gün ışıklar sönerdi ve bir gün sönen her ışık için hesap sorulmaya kalkışılırdı.
Bir gün dünyayı sular kaplardı. Yeryüzünün her ilmiğini buz gibi saran sulardan kurtulamazdık. Bir gün o sularda boğulmazdık ama bir gün o sular yüzünden kirpik uçlarımıza kadar donardık.
Her şey günün birinde değişirdi. Günün birinde avuçlarının içinde, avuçlarının çizgilerinde geçmişin ve geleceğin yangınını taşıyan bir adam ruhuma şekli bulutlara benzeyen evler çizebilirdi.
Günün birindeydik.
Dünya su altında kalmamıştı fakat benim dünyam başımı da beraberinde döndürecek bir hızda hareket ederken harlı sular altında kalmıştı. Her şeyi unutmuştum. Her şeyi hatırlıyordum. Her şeyden uzaktaydım. Her şeye çok yakındım. Eğer çırpınırsam dibi görecektim. Daha önce defalarca kez o dibi gördüğümü düşünürken bundan neden korkuyordum? Her şeyi unutmak istiyordum. Her şeyi hatırlamaya ihtiyacım vardı.
Fersah'ın kollarının arasında gizlenecek kadar ufaktım. Fakat ona saldırır ve sonra iyi etme gayesine sürüklenir gibi öperken çok fazla yer kaplıyordum. En başından beri, yani onu ilk kez gördüğüm andan itibaren birbirimize karşı bilediğimiz dişlerimizin devreye bu şekilde gireceğini hesaplamamıştım. İçeride yanan ateşin parmaklarımın arasına kadar sıçradığını hissediyordum. O ateş yüzünden Fersah'ın aynı anda hem donuk hem de isimsiz bir boğuklukla baktığı gözlerine açtım. Onu öperken, o beni tutup kendisine ait hayati bir parça gibi çekmişken açlığımı törpüleyemiyordum.
Hoyratlığı derisinin altına işlenmişçesine alt dudağını ağzımın içine biraz daha itti. Damağıma dokunan diliyle, dudağımın içinde iz bırakacağını bildiğim dişleriyle başım büyük bir derde girmişti. Bu derdi alıp göğsüme dolamak tüm gerçeklerin arasında parlarken ensesindeki saçlarını çekiştirmeye kalktım. Kısacıktı. Bu beni daha fazla hırslandırmıştı. Tırnaklarımın ucu ensesine dokundu ve bu dokunuş Fersah'ın hırıltılı bir nefesi ağzımın içine akıtmasına yol açtı.
Yerden kesilen ayaklarımın tekrar zemine dokunmasına tahammülüm yoktu. Kendimi Fersah'ın kollarının arasında daha çok yükseltmeyi istedim. Hem ona yakın olmanın sınırlarını zorlamayı hedefliyordum hem de ona ahesteliği öğretmeyi arzu ediyordum. Bu ana kadar onun çevresine değmemesi için özen gösterdiğim her duyguya pençelerini geçirdiğine inanıyordum. Bacaklarımı beline dolayıp bir eliyle tamamen sırtımı sardığında dudaklarımızın arasına bu sebeple aşılabilir bir mesafe koydum. Nefeslerimiz birbirine karışırken hangimizin önce soluklandığını kestiremiyordum. "Buradayım," diye fısıldadım. Gözlerimi açmamıştım. Onunla beraber kendimi de ikna etmenin peşindeydim. "Kaçmıyorum." Kaçamıyorum.
Fersah'ın burnunun ucu burnuma dokununca yutkundum. Onu daha yavaş öpmek için dudaklarımızın arasındaki kısacık mesafeyi kat ettim. Bir öpücük. Peşine derin bir öpücük daha. Fersah'a tüm o savaşın ardından soluklanabilmeyi aşılıyordum sanki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kafes
General Fictionİlk kez koca koca adamların kelamlarını takip etmek için siyah masanın etrafındaki koltuklardan birine oturduğumda on dokuz yaşındaydım. O kadarcık kızın öyle takım elbiseli, ciddi suratlı, ağır laflı adamların içinde ne iş yaptığını sorgulayan düzi...